DüşünceEdebiyatEleştiri

İçimizdeki Eskiler

Bayramlıklarını özenle üzerlerine kondurmuş, ellerinde renk renk poşetleriyle bir şeker için yahut ufak bir harçlık için kapı kapı dolaşan, zilleri çalan çocuklar bilirdik, yüzleri hep aynıydı,gülüşleri birbirlerinin kopyası, mahzun duruşları hafızalara yer etmiş çocuklar.

Gün geçtikçe doğrusu her bayram nesli tükenmekte bu güzel çocukların. Her bayram kapıyı çalanların sayısı azalıyor,neşeli çığlıkların sahibi güzelim çocuklar yerini daha kısık ve zorlama sesli çocuklara bırakıyor.

Evden uzağa gittiğimizde evdeki çiçekleri sulasın diye anahtarı teslim ettiğimiz insanlar vardı. Komşular vardı, hanemizin ikinci paydaşları, evimizin birer ferdi olan komşular. Ahmet Muhip Dıranas’ın meşhur şiiri geliyor kulaklarımıza:Ne vefalı komşumuzdun sen Fahriye Abla !

İki taştan kalesi, alabildiğine oyuncusu aşağı ve yukarı kalesi olan; kavga sebebi çocukluk, taçı ofsaytı olmayan futbol oyununu bazen kaldırımlara park etmiş arabaların arasında bazen inşaat yüzü değmemiş bir arazide, anneleri çağırana kadar oynayan çocuklar vardı.

Bir de sevdalar vardı tabi. Kalp ritim ahengini bozan, her gece düşlenilen, özlenilen sevdalar. Serkan Uçar’ın yazdığı gibi;

“Eskiden halı tezgahında dokunurdu aşklar
Nakış nakış körpe kız ellerinde
Mendillere yazılırdı isimler
Yüreklere kazılırdı gizlice
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar,kavgalar iki kişilik.”

Sanki herşey eskiden daha güzelmiş ya da artık duygularımızı öldürdüğümüzden böyle. Ya da mazi hep kötülüklerden arındırılarak hatırlandığı için mi böyle ?

Şeker topladığımız, top koşturduğumuz çocukluk çağımızın, evlerimizi emanet ettiğimiz komşularımızın, belki bir ömür taşıyacağımız sevdalarımızın hepsi geride kalmış, üstü tozlanmış.

Formalite komşuluklar, yalanlar üzerine kurulu sevdalar almış eskilerimizin koltuğunu. Yalnız çocukluk kalmış saf ve doğal. Lakin çocukluğun da ne şeker toplaması kalmış ne top koşturması.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.