Şiir

Şiir Durağı: Amentü/İsmet Özel

İnsan 

eşref-i mahlûkattır derdi babam 

bu sözün sözler içinde bir yeri vardı 

ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman 

bu söz asıl anlamını kavradı 

geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından 

geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı 

kararmış rakamların yarıklarından sızarak 

bu söz yüreğime kadar alçaldı 

damar kesildi, kandır akacak 

ama kan kesilince damardan sıcak 

sımsıcak kelimeler boşandı 

aşk için karnıma ve göğsüme 

ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden 

aşk ve ölüm bana yeniden 

su ve ateş ve toprak 

yeniden yorumlandı. 

Dilce susup 

bedence konuşulan bir çağda 

biliyorum kolay anlaşılmayacak 

kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın 

yanık yağda boğulan yapıların arasında 

delirmek hakkını elde bulundurmak 

rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için 

bana deha değil 

belgeler gerekli 

kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza 

gençken 

peşpeşe kaç gece yıllarca 

acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım 

bilmezdim neden bazı saatler 

alaturka vakitlere ayarlı 

neden karpuz sergilerinde lüküs yanar 

yazgı desem 

kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma 

Tokat 

aklıma bile gelmezdi 

babam onbeşli olmasa. 

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda 

ben o yaşta koltuğumda kitaplar 

işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı 

cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları 

kafamda yasak düşünceler, Gide mesela. 

Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm 

her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana 

gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar 

resimli bir kitaptan çalardım hayatımı 

oysa hergün 

merkep kiralayıp da kazılan kökleri 

Forbes firmasına satan babamdı. 

Budur 

işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku 

işte şehirleri bayındır gösteren yalan 

işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan 

kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla 

güç bela kurduğum cümle işte bu; 

ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan 

tenimin olanca ağırlığı yok oldu. 

Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak 

bile bir bir çınlayan 

ihtilal haberidir 

ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu 

nisan ayları gelince vücudu hafifletir 

şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah 

bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur 

marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim 

gider şehre ve şaraba yaltaklanarak 

biraz ağlayabilmek için 

fotoğraflar çektirir 

babam 

seferberlikte mekkâredir. 

İnsanın 

gölgesiyle tanımlandığı bir çağda 

marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak 

belki ruhların gölgesi 

düşer de marşlara 

mümkün olur babamı 

varlık sancısıyla çağırmak: 

Ezan sesi duyulmuyor 

Haç dikilmiş minbere 

Kâfir Yunan bayrak asmış 

Camilere, her yere 

Öyle ise gel kardeşim 

Hep verelim elele 

Patlatalım bombaları 

Çanlar sussun her yerde 

Çanlar sustu ve fakat 

binlerce yılın yabancısı bir ses 

değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur 

polistir babam 

Cumhuriyetin bir kuludur 

bense 

anlamış değilim böyle maceralardan 

ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur 

yalnız 

coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan 

nüfus cüzdanımda tuhaf 

ekmek damgası durur 

benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu 

etin ıslak tadına doğru 

yavaş yavaş uyanmak 

çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp 

hırsız cenazelerine bine bine 

temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme 

korkak dualarından cibinlikler kurarak 

dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz 

nakışsız yaşamakları 

silâhlanmak sanarak 

çıkardım 

boğaza tıkanan lokmanın hartasını 

çıkınımda güneşler halka dağıtmak için 

halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak 

ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış 

hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa 

fly Pan-Am 

drink Coca-Cola 

Tutun ve yüzleştirin hayatları 

biri kör batakların çırpınışında kutsal 

biri serkeş ama oldukça da haklı. 

Ölümler 

ölümlere ulanmakta ustadır 

hayatsa bir başka hayata karşı. 

Orada 

aşk ve çocuk 

birbirine katışmaz 

nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı 

kendi tehlikesi peşinden gider insan 

putların dahi damarından 

aktığı güne kadar 

sürdürür yorucu kovalamacayı. 

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan? 

Nerde, hangi yöremizde zihnin 

tunç surlardan berkitilmiş ülkesi 

ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan 

parti broşürleri yoksa kafiyeler mi? 

Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim 

takvim yapraklarının arasını dolduran 

nedir o katı şey 

ki gücü 

gönlün dağdağasını durultacak? 

Hayat 

dört şeyle kaimdir, derdi babam 

su ve ateş ve toprak. 

Ve rüzgâr. 

ona kendimi sonradan ben ekledim 

pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu 

ham yüreğin pütürlerini geçtim 

gövdemi alemlere zerkederek 

varoldum kayrasıyla Varedenin 

eşref-i mahlûkat 

nedir bildim. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.