DüşünceFelsefe

Toplum Mühendisliği

Geçmiş yaşantılarımızda deneyimlediğimiz ve bizzat gözlemlediğimiz olayların veya toplumsal norm ve etik kurallarının zaman içerisinde ne kadar hızlı değiştiğini hepimiz yüksek sesle olmasa da dile getiririz. Eskiden gerçekleşmesi halinde tepki gösterilen, yuhalanan durumların günümüzde olağan karşılandığı bir gerçektir. Mesela evlilik programlarının bundan 20-30 yıl önce televizyon kanallarında gösterilmesinin pek mümkünü yoktu fakat şimdi ailecek izlenilebilen, ahlaki değerlere zarar vermeyen programlar haline geldi.

Buradaki fark, kültürün ülke sınırlarını aşıp, evrensel bir olgu haline dönüşmesi sonucu meydana gelmiştir. Milletlerin kültürü, diğer milletlerin kültürleriyle kıyaslanmak ve tartışılmaktan ziyade kültürlerin evrensel bir kültürün ne kadar parçası olabildiği konusundaki fikirler, uzun yazılar ve sağlam temelli öğretilerle açıklanmaya başladı. Beynelmilel bir kültürün inşası milletlerin kültürlerini köreltmiş oldu. Ahlaki değerler, toplumsal norm ve kurallar, düşünceler ve dahi duygular da evrensel bir kültürün doğal sonucu olarak sıradanlaştı ve tek tip oldu.

Dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşayan bir insanın, duyguları, düşünceleri ve tepkileri neredeyse dünyanın bir başka ucunda yaşayan insanların duyguları ve tepkileri ile aynı oldu. Norveç’te yaşayan bir denizcinin kaygıları ile Hakkari’de yaşayan çobanın kaygılarının bir olması nasıl açıklanabilirdi ki?

Değerler üzerindeki bu korkunç değişimin kitlelerin asıl problemi olup, bir tartışma konusu olması için etkili telkincilerin yani bu değişimin farkında olup kitleleri uyaracak kişilerin var olması gerekecek ve bu sorumluluğu üstlenecek kişilerin varlığı keşfedilmeden bazı zihinler kitleleri bir arada tutacak, bireysellikten kollektif bir yapıya dönüştürecek ve onlara propagandanın en şahane örneklerini verecek nesne ya da kişileri yaratacaktı. Bu sistematik görevi üstlenecek kişilere toplum mühendisi, sisteme toplum mühendisliği adı verilecekti. Yönetenlerin kim ve ne olduğu ise çoğu zaman bilinmeyecek, bilinmesi istenmeyecek ya da bilmek istenmeyecekti.
Toplumun karar veriş biçimlerini, olaylara verdiği tepki şekillerini, ahlaki değerlerini, toplumsal norm ve kuralları, yaşayış tarzlarını, düşünme sitillerini, kısacası insandan yaklaşık yola çıkarak doğal olarak toplumu, birtakım çıkarların gerçekleşmesi için görünmez eller tarafından bir düşünceye sevk edilmesine toplum mühendisliği denilmektedir.

Toplum mühendisliği bir sosyolojik şekillendirme olarak tasavvur edilebilir. Gözlemlerden, belge ve istatistiklerden yola çıkarak aynı zamanda sosyoloji ve tarih biliminin de katkısıyla toplumu dönüştürmek, toplum mühendisliğinin asıl gayesidir. Bunları gerçekleştirirken televizyon, gazete gibi her tür medya ve internet, toplum mühendislerinin işini çok daha kolay hale getiren unsurlardır.

Toplum mühendisliği, insanların ne kadar üreyebileceği, ne şekilde inanacağından tutun ne kadar dinleneceğine, hangi kitabı okuyup, seçimlerde hangi partiye oy vereceğine kadar yaşantılara müdahil bir meslektir.

Toplumun önemli bir kısmı manipüle edildikten sonra gerisi çok kolay birkaç yöntemle kontrol altına alınabiliyor. Futbol, diziler, taraflı medya ve televizyonlar, dergi ve kitaplar (ki en masum olanlarıdır bunlar) bazen din de toplum mühendisliğinin bir malzemesi olarak karşımıza çıkıveriyor.
Amaçlanan girişim bireyi ve dolayısıyla özgünlüğü yok edip insanlara kollektif bir yaşam tarzı sunmaktır. Her saatini diğer insanlarla aynı şekilde yaşayan insanların çokluğu, toplum mühendislerinin başarmış olduğu birtakım işlerdir.

Hayatımızın hemen hemen her safhasında karşılaştığımız bu toplum mühendisliği ürünlerine, ağzımızı buruşturup sıklıkla ‘devir değişti’ deyip geçmekten başka herhangi bir tepki veremiyoruz. Peki nedir bu deviri değiştiren şeyler? Bunların üzerinde durup kafa yoracak kadar vaktimiz yok çünkü sınırlandırılmış, zihinleri iğdiş edilmiş insanların yığını andırdığı bir dünya var önümüzde. Keşmekeş, herkeste bir acele, bir koşuşturma, bir yerlere yetişme çabası. Zaman, tarihte belki de hiç bu kadar değerli olmamıştı. Ya da geçmişte hiçbir zihin zamanı değerli kılmaya zorlayacak bir çabanın içerisine girmemişti.

Haluk Bilginer’in de dediği gibi “Abi adam Doblo’nun taksisine bakıyor, taksit ödeniyorsa sıkıntı yok.” Çok çalışması çok harcaması için olan insanların varlığı ve bu insanların hayatımızın her alanında olması yaşadığımız, nefes aldığımız dünyada birey için uğruna yaşanılacak ya da ölünecek bir ideal bırakmıyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.