Kısaca 1948 Arap-İsrail Savaşı ve Sonuçları
1948 yılında yaşanan Arap-İsrail Savaşı’nın Ortadoğu bölgesi açısından oldukça etkileyici sonuçları olmuştur. Bölgede siyasi, etnik ve dini unsurların birbirleriyle karmaşık etkileşimleri çerçevesinde biz dizi olay meydana gelmiştir. Lübnan’da 1975’te başlayan iç savaşın taraflarından biri olan Filistinlilerin Lübnan’daki mevcudiyetleri 1948’de yaşanan Arap-İsrail Savaşı’nın sonuçlarına dayanmaktadır. Arap devletleri ile İsrail devleti arasında bölge açısından oldukça önemli sonuçlar doğuran bir savaşın yaşanmasının temellerinin 20. yüzyılın başlarında yaşanan gelişmelerde olduğunu söylemek mümkündür.
Filistin topraklarında bağımsız bir Yahudi devletinin kurulması idealine dayanan Siyonizm’in politik bir hareket olarak ortaya çıkması ve bu yönde girişimlerin görülmesi 19. yüzyılın sonuyla 20. yüzyılın başına denk gelmektedir. Siyonizm’in öncü isimlerinden olan Theodor Herzl 1897’de İsviçre’de ilk Siyonist Kongresi’ni bir araya getirmiş ve Siyonizm’in etki alanının genişlemesi amacıyla ilk adımı atmıştır. 1917 yılına gelindiğinde Birleşik Krallık’ın Dışişleri Bakanı olan Arthur Balfour tarafından yayınlanan deklarasyonla birlikte Filistin’de Yahudilerin yaşayacağı bağımsız bir devlet kurulması öngörülmüş ve Filistin’de İngiliz manda yönetimi kurulmuştur. Bu gelişmelerle birlikte dünyanın çeşitli yerlerindeki Yahudilerin Filistin topraklarına göç ettiği görülmüştür. Örneğin Almanya’da faşizmi temsil eden politikalarıyla bilinen Adolf Hitler’in iktidara gelmesi, Yahudiler üzerindeki baskıyı arttırmıştır ve Almanya’dan Filistin’e Yahudi göçü hız kazanmıştır. Filistin’de 1928’de 150 bin olan Yahudi nüfusu 1937’de 400 bine yükselmişken II. Dünya Savaşı’nın başladığı 1939 yılında Filistin’deki Yahudilerin oranı nüfusun üçte biri olarak bilinmektedir. Arapların yaşadığı Filistin topraklarına bir grubun bu denli hızlı yerleşmesi ve bir devlet kurma idealleri, bölgede yeni çatışmaların ortaya çıkmasına zemin hazırlayan bir gelişme olmuştur (Sander, 1996: 266-267).
1947 yılına gelindiğinde İngilizler tarafından Filistin’deki manda yönetimine son verileceği ilan edilmiştir. Hızlıca yaşanmış Yahudi göçleriyle bölgedeki Yahudi nüfusu oldukça artmış, İngilizlerin desteğiyle Yahudilerin bölgede güç kazandığı görülmüştür. Bu sırada Filistin topraklarında göç ederek gelen Yahudiler ve yerli Filistinliler arasında karşıtlıklar, çatışmalar görülmektedir. Yahudi göçüyle birlikte Filistin’de ortaya çıkan hukuksuz faaliyetler Filistin halkında tepkilerin oluşmasına neden olmuş ve Filistin topraklarında Yahudiler ile Filistinlilerin karşıtlığına dayanan oldukça açık bir sorun ortaya çıkmıştır. İngilizler Filistin’deki manda yönetimini sonlandırırken bu sorunun çözümüne yönelik tartışmaları Birleşmiş Milletler’e bırakmış ve Filistin’deki sorun Birleşmiş Milletler’de tartışılmaya başlamıştır. 1947 yılında Birleşmiş Milletler, Filistin topraklarından bağımsız bir Filistin devleti ve bağımsız bir Yahudi devleti olmak üzere iki devletli çözüm kararını kabul etmiştir (Sander, 1996: 268). İki devletli çözüm Arapların desteklemediği bir çözüm kararıdır, öyle ki sonuca bakıldığında Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulmuş fakat bağımsız bir Filistin devletinin kurulamamış olması iki devletli çözüm planının sorunu çözmeye yönelik olmadığı düşüncesinin haklı bir zemine sahip olduğu yorumunu yapmayı mümkün kılmaktadır.
Birleşmiş Milletler’de alınan iki devletli çözüm kararı doğrultusunda bağımsız İsrail devletinin kurulmasına yönelik girişimler başlamıştır. İsrail devletinin bölgede Batı devletlerinin çıkarlarını koruyacak şekilde Batı desteğiyle kurulan bir devlet olduğunu söylemek mümkündür. İsrail’in sömürgeci politikaları temsil edecek bir devlet olarak kurulması planlandığı yönünde yorumlara rastlanmakta, 1947’de Filistin toprakları ikiye bölünürken 1 milyon 300 bin Arap nüfusa karşın 600 bin Yahudi nüfus olmasına rağmen Filistin topraklarının %55’i Yahudilere bırakıldığının görülmesi iki devletli çözümün adil olmadığı yönündeki eleştirileri mümkün kılmaktadır (Andırırbu, 2022: 246). 14 Mayıs 1948’e gelindiğinde Filistin’de bağımsız bir Yahudi devleti olan İsrail’in kurulduğu ilan edilmiş, ertesi gün Arap devletleri İsrail’e savaş ilan etmiştir. İsrail’e sınırları olan Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan devletleri İsrail’e saldırmışlardır. İsrail devletinin kuruluş sürecine denk gelen bu savaşta İsrail sahip olduğu toprakları Birleşmiş Milletler tarafından Yahudilere bırakılan sınırlardan daha fazla olacak şekilde genişletmiştir.
Arap devletlerinin mağlup olması, İsrail’in sahip olduğu toprakları genişletmesi Filistin halkı üzerinde oldukça yıkıcı etkilere neden olmuştur. İsrail devletinin kuruluşu esnasından Filistin topraklarından Arapların yaşadığı yaklaşık 400 köy Yahudiler tarafından saldırılarla yok edilmiştir. Arap-İsrail Savaşı neticesinde İsrail’in ele geçirdiği topraklardan da çıkmak zorunda kalan Filistinliler tüm bu gelişmeler neticesinde göç etmek zorunda kalmışlardır. 1948 Arap-İsrail Savaşı sonucunda yaklaşık olarak 750 bin Filistinlinin Mısır, Ürdün, Irak, Suriye, Lübnan başta olmak üzere Arap devletlerine ve dünyadaki diğer ülkelere göç etmek zorunda kaldıkları bilinmekte, göç etmeyen Filistinli nüfus Batı Şeria ve Gazze’de yaşamaktadır. 1950 senesinde dünyada Filistinli mülteci sayısının 896 bin 690 olduğu belirtilmiş, 1948 Arap-İsrail Savaşı sonrası Lübnan’daki Filistinli mülteci sayısının yaklaşık 100 bin olduğu ve 1956 yılından bu sayının 103 bin olduğu belirtilmiştir. 1947’de İsrail’in kuzeyinde Arap bölgesinde Yahudilerin Arapları evlerinden çıkardığı tarihten itibaren İsrail’in kuzey sınır komşusu olan Lübnan’a Filistinli mültecilerin göç ettikleri görülmektedir. Birleşmiş Milletler tarafından Filistinli mülteciler Lübnan’da 17 mülteci kampına yerleştirilmişlerdir. Lübnan hükümeti Sünni Müslüman Filistinli mültecilere vatandaşlık vermemiştir. Bunun nedeni olarak Lübnan’da siyasi yapının din ve mezhep oranındaki ayrıma göre bir temsile dayanması ve Sünni Müslüman vatandaş sayısı arttığı takdirde siyasi dengenin Sünni Müslümanlar lehine bozulacağı ihtimali akla gelmektedir (Andırırbu, 2022: 246; Güdül, 2018: 255-256).
1948 yılında yaşanan Arap-İsrail Savaşı neticesinden Lübnan’a göç eden Filistinli mülteciler, çeşitli mülteci kamplarında yaşamlarını devam ettirmek durumunda kalmışlardır. Eskiden beri var olan Raşidiyye kampına Filistinli mülteciler için yeni bir kısım eklenmiş, Burc eş-Şimali kampı, Ayn el-Hilveh kampı, Burc el-Baracne kampı gibi kamplar 1948 yılında inşa edilmiştir (İNSAMER, 2020). Lübnan hükümeti topraklarına göç eden Filistinli mültecilere vatandaşlık vermemesinin yanı sıra Filistinlilerin birçok sayıda meslek grubunda çalışmalarına da izin vermemiştir. Mülteci kamplarında Filistinli nüfus oldukça zor ekonomik şartlar altında yaşamlarını devam ettirmek zorunda kalmış; eğitim, sağlık, iş ve ekonomi açısından birçok sorunla karşı karşıya kalmıştır (UNRWA, 2010).