Kısaca: Türk Kimliğinin Oluşumu
Yaratılış olarak insan tarih boyunca kendi kimliğini sorgulamıştır, neden ve niçin dünyada olduğu ya da ‘ben kimim’ sorularına her zaman cevap aramıştır. Pek çok alanda kimlik, insanın nereden geldiğini ve nasıl bir istikamete ulaşması gerektiği noktasında aidiyet duygusunu pekiştirmekte ve inanç, değer ve moral dünyasını belirlemektedir. Bununla beraber, kim sorusunun cevabı aynı zamanda kimliğin misyonu ve hedefleri doğrultusunda da ileriye yönelik ipuçlarını barındırmaktadır. Bu noktada, insanların yaşadığı çevreyi ve o çevreye ilişkin hafızasıyla şekillenen kimlik, tutarlı, sürekli ve bütünlük arz eden bir biyografik hikâyeyi de teşkil eder. Bu biyografik hikâyenin oluşmasında kozmoloji ve kozmogoniyi oluşturan inanç ve değerler, kültürel hayat, zamansal derinlik, mekânsal derinlik, toplumun ileriye yönelik adımlarının da belirlenmesi açısından vazgeçilmez unsurlar arasındadır. [1]
Kimliğin belirlenmesinde zaman ve mekân denk bir öneme sahiptir. Kimliğin zamansal ve mekânsal anlatılar ve tahayyülün etrafında belirlenir.[2] Her daim mekân ve kimlik eş güdümlü olarak hareket eder. Bunun neticesinde ise mekân içerisinde yaşanan ve süre gelen olaylar, üzerinde bulunan toplumun mizacını belirler. Bu mizaç ve tecrübe toplumların ne için ve kim için var olduğu sorusunu cevaplarken süre gelen kültürünün mahiyetini kavramasında mühim bir etkendir. Ortak bir tarihsel anlatı çerçevesinde şekillenen kimlik, topluluğun ortak bir biz idrakinde birleşmesini ve dışarda var olan tehlikelere karşı ortak bir güç meydana getirmesini sağlamaktadır. Benliğin bilişsel açıdan ben yerine biz olarak şekillendiği kolektif kimliklerin en belirgin olanlarından biri de devlete ait olan kimliklerdir.[3]
Türk kimliği, tam olarak bu mekân aidiyeti üzerine kurulmuştur. Hüviyetlerini mekân içerisinde korumak, devleti daim kılmak Türk millet anlayışının en temel prensibidir. Türkün mekân üzerinde aidiyet kurduğu ve kimliğini siyasal olarak tutarlı ve güçlü hale getirdiği aracı unsur devlettir. Bu bağlamda, Türk devlet nizamı zaman ve mekân farklılıklarına rağmen Türkistan, Anadolu, Balkan coğrafyalarında kurduğu devletlerle kimliğine ilişkin tarihi ve kültürel hafızayı devam ettirmiştir. Bu surette kimliğini devlete dayandırır, varlığını anlamlandırır ve bu kutsal varlığa son derece ehemmiyet verir. Devlet bu surette nizam ve teşkilata kavuşur. Çünkü devletin vücut bulabilmesi için en önde gelen iki şey halk ve topraktır. Üçüncü olarak sayacağımız şey ise Kağanlık yani liderlik mekanizmasıdır. Devleti Tanrı’dan bahşedilen kut vasıtasıyla yöneten Kağan, devleti (ili) korur. İçeride ve dışarda asayişi temin eder ve toprak bütünlüğünü muhafaza eder. Türkler kurdukları tüm devletler bu şiar ile ilerlemişlerdir. Fakat kimliğin devletten haberdar olması gerekir. Yani dünü bilmeli, devlet ve teşkilatından bihaber olmamalıdır. Yoksa ileriye bakması imkân dâhilinde değildir. Çünkü hafızasını yitirmiş bir kimlik düşünülemez. Dolayısıyla bireyin hafızası neyse toplum için de tarih aynı işlevdedir. Belleği kaybolmuş bir birey, bugünü, yarını şekillendiremediği gibi geçmişini anlamlandıramaz. Buna paralel olarak bir bütün halinde kapsayıcı bir hikâye oluşturamayan devletin bugün ve gelecek için yönünü tayin etmesi çok zordur.[4]
[1] Erol Göka, Türklerin Psikolojisi Tarihinin Ruhumuzda Bıraktığı İzler, Timaş Yayınları, İstanbul, 2008, s.22.
[2] Ramazan S. Albay, ‘’Kimlik ve Toplumsal Kimlik Kavramı’’, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı: 31, 2018/2, s.166.
[3] Kürşat Güç, ‘’Bireyden Devlete Varlıksal (Ontolojik) Güvenliğin Taşıyıcı Sütunu: Biyografik Hikaye’’,
(Ed. Mehmet Akif Okur), Güvenlik: Kargaşa ve Belirsizlik Çağında Nereye?, Kocav Yayınları, İstanbul 2018, s.68.
[4] Güç, a.g.e., s.71.