Düşünce

Oksijen Maskelerimiz Olarak: Balkonlar

Balkonlar açmak istiyorum gönlümün muhtelif köşelerine. Çünkü balkon bir bakıma kurtarıcıdır, kasvetli binalara inat. Şu sıralar pek nefes alamıyoruz.

 

Nasıl olduysa çok katlı binalarda üst üste yaşamayı fazlasıyla benimsedik. Üst üste hayatlar kurduk fakat birbirinden son derece habersiz hayatlar… Bir kase mayalık yoğurt isteyemeyeceğimiz komşuluk ilişkileri edindik. Çat kapı uğrayamayacağımız komşular… Yan yana, üst üste yaşıyoruz. Aynı bahçe çitleri sarıyor etrafımızı. Fakat asla gönül birliğimiz yok. Birçoğuyla tanışmıyoruz bile. Sadece bazılarının kavga veya kahkaha seslerini işitip “Acaba ne oldu?” diye kendimize sormakla yetiniyoruz. Zaten pek alakadar da değiliz başkalarının sorunlarıyla. Çünkü kendi derdimiz bize yetiyor değil mi? Öyle ki aşağıdan gelen yemek kokularından yola çıkarak komşular hakkında karakter analizi yapar olduk. Bu aslında epeyce komik bir durum. Trajikomik evet, haklısınız.

Yine de balkonlarımız var. Nefes alamaz olduğumuz anlarda kendimizi atabileceğimiz sığınaklar… Bir bakıma oksijen maskeleri bizim için. Enfes bahar havasının fragmanını deneyimleyebileceğimiz güzide mekanlar… Hatta bazı anneler, teyzeler, anneanneler bizzat balkonlarına getirirler ya baharı. Çiçeklerini sevgiyle büyütürken, görenlerin de yaşama dair umutlarını yeşertirler, bilmeden. Böyle balkonlarda ailecek yapılan kahvaltılar eşsizdir. Özellikle mevsiminde yerli domates ve yerli biberin süslediği sofralarda…

Yaz akşamlarının vazgeçilmez gece sohbetlerinin merkezidir balkonlar. Uzun uzun yapılan bu keyifli sohbetlere çay ve çekirdek eşlik eder bazen. Çitledikçe hararetlenir sanki muhabbet. Dudaklar aşırı tuzdan yanar da yine büyük bir iştiyakla devam edilir. Bu böyledir; çekirdeğe düşünce, kurtulmak ancak paketin dibini görmekle mümkündür. Nitekim elli derece sıcağa rağmen çay içmede sebat gösteren, çay ve muhabbet bağımlısı bir milletiz biz. (Aynı zamanda “Türk kası” adı da verilen, göbek çevresindeki yağlanmayı, balkonlara benzeten mizahşör insanlarız. )
Yıldızları görebiliyorsak eğer, şehrin ışıkları müsaade ettiğince, şanslı sayarız kendimizi. Yere bir halı/kilim atılır ve yaz gecelerinin en efsunlu saatleri başlar. Yıldızlar temâşâ edilir, simsiyah bir örtü olarak gökyüzü… Belki ilerleyen saatlerde üzerimize gökyüzünü çeker ve geceyi orada sonlandırırız. Yıldız kaymasının maddi ve manevi boyutları tartışılırken, günün yorgunluğuyla düşlere uzanır zihinler. Uzaklar yakın olur. Şayet nasipliysek tefekküre kadar varır düşünceler. İnsan bir bakıma küçüklüğünün ve acizliğinin ayrımına varır. Ve Yaradan’ının yüceliğinin… Burada Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihatinden bir cümle zikretmek istiyorum; “Dünya’yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür.” Bu sözle Şeyh Edebali haddimizi ne de güzel bildirir bizlere.

Dolunaylı geceler de bu tefekkür ortamı için en güzel sahnelerdendir. Birbirimizden habersiz yaşadığımız komşularımızla, ya da belki uzaktaki sevdiklerimizle o an birlikte Dolunay’ı seyrediyor olabiliriz kim bilir… Birlikte diyorum çünkü böyle anlarda mekansal ıraklığın, gönüller arasına giremeyeceğinin kanaatindeyim.

Odamızın penceresi, evimizin balkonu, büyük bir plazanın terası, bir hapishanenin havalandırması, okul bahçeleri… Tüm bunlar farklı insanlara, farklı şartlarda aynı şeyleri hissettirebilir. İç dünyamızın karmaşıklığından, yüreğimizi daraltan sıkıntılardan bizi biraz olsun kurtarabilen, nefes almamızı sağlayan bu mekanlara duyulan ihtiyaç şüphesiz müşterektir. Bu duygusal müştereklik, hep birlikte gözlerimizi semaya çevirmemize ve bizi Yaratan’a sığınmamıza sebep oluyorsa bize verilen bu kıymetli anlar için sonsuz şükran duymalıyız. 🙂

illegalHafiz

bir takım tanıklıklar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.