Sanat Tarihi

Şirketleşmiş Bir Müteahhit Aile: Balyan Ailesi

Hepimizin en az hayatında bir kez olsun gördüğü veya en azından fotoğraflarına aşina olduğu İstanbul’un en güzide yerlerine inşa edilmiş, hayranlık uyandıracak derecede mimari yapıya sahip Ortaköy Cami, Dolmabahçe Sarayı ve Ihlamur Kasrı gibi daha nice yapıtlara imzasını atmış mimar ya da mimarların kim olduğunu veya nasıl bu kadar ince tasarlanıp İstanbul’un en güzide yerine böyle özenle yerleştirildiklerini çoğu zaman merak etmişizdir.

Mimarlarına bakıldığında yadırganılacak isimler göze çarpıyor. Nigoğolos Balyan, Garabet Balyan, Sarkis Balyan gibi. Tabi ki detaylı bir araştırma yapmadığımızdan dolayı bu muhteşem yapılar hakkındaki bilgimiz oldukça kısıtlı, daha da önemlisi mimarları hakkında çok yanlış bir bilgiye sahip olabiliriz.

 

Peki kim bu muhteşem yapıların mimarları ?

Ortaköy Cami, Dolmabahçe Sarayı başta olmak üzere çoğunu yakından bildiğimiz eserlerin, mimari yapıtların mimarı Balyan ailesi olarak geçiyor. Öncelikle Balyan ailesi kimdir ondan başlayalım. Soy adları Bali Kalfa’dan gelmektedir. Bali zamanla Balyan olarak söylenmeye başlanmıştır. Balyan da Ermenice ‘oğlu’ demektir arapça ‘bin’ gibi. Aslen Kayserili olan bu aile varlıklarını 18. ve 19. Yüzyılda sürdürmüş ve bu tarihlerde saraya yakınlığıyla bilinen bir aile olarak tanınıyorlardı. Krikor Amira Balyan, Senekerim Amira Balyan, Garabet Amira Balyan, Nigoğolos Amira Balyan, Agop Balyan, Simon Balyan ve Levon Balyan gibi önemli sayılabilecek şahsiyetlerden oluşan bir ailedir. Ya da popüler tarihçi ve tarihçi geçinen güruh tarafından sıkça edilen telaffuzu ile de ‘genlerinde sanat olan mimar aile(!)

Bu bilinen yanlışlara yüksek sesli ilk itiraz Atatürk Üniversitesi öğretim görevlisi Yardımcı Doçent Doktor Selman Can tez ödevini Çırağan Sarayı üzerine yaparken bulduğu birkaç belgenin üzerine düşmesiyle başlamıştır. Can, tüm bu bilinenlerin aksine bu yapıtların Balyan ailesi tarafından değil, Osmanlı’nın son başmimarı Seyyid Abdülhalim Efendi tarafından yapıldığını belgelerle ispatlamıştır.
Peki Abdülhalim Efendi kimdir? 18. yüzyılın sonlarında doğmuş, adeta kendi kendini yetiştirmiş, III. Selim’in Avrupa’dan getirdiği hocalardan özel ders almış ve mimarlık alanında ileri bir seviyeye gelmiş Osmanlı’nın son başmimarıdır. Yaşadıkları döneme damgasını vurmuş ataları Mimar Sinan ve diğer mimarlar kadar Abdülhalim Efendi de Osmanlı’nın son zamanlarına damgasını vurmuş büyük bir mimardır. Ama ne yazık ki şu an özellikle çoğu Beşiktaş semti civarındaki muhteşem eserlerin asıl mimarı olmasına rağmen, bilinen ya da öyle bilinmesi istenildiğinden adını pek sık duyamıyoruz bu büyük şahsiyetin, bu koca mimarın.
Sanat tarihçisi Selman Can Başbakanlık arşivinde yapmış olduğu uzun araştırmalar sonucunda Abdülhalim Efendi’nin adının geçtiği onlarca esere rastgelmiştir. Bu yapıtlar arasında Eski Çırağan Sarayı, Ortaköy(Mecidiye) Cami, Hırka-i Şerif Cami, Kasımpaşa Bahriye Mektebi ve Dolmabahçe Sarayı da vardır. Burada ufak bir soru tırmalıyor insanın kafasını. Peki Balyan ailesi yapmamışsa bu ailenin ne tür bir bağı var bu eserlerle?

Yine cevap Can’ın araştırmalarında gizli. Balyan ailesi mimar değil müteahhit yani ‘üstlenici’ firma diğer bir deyimle de ‘taşeron’ firma. Buradan da şöyle bir çıkarım yapmış olsak yanlış olmaz. Burada bir sahiplenme söz konusu. Aslında yapmamış oldukları birçok eser üzerinde -artık cahillikten olsa gerek- Balyan ailesi üzerine haksız bir atfedilme var. Müteahhit, üstlenici bir firma eserin ya da eserlerin mimarı olarak lanse ediliyor. Türkiye’nin kültürel tarihi bilinçli olarak biri veya birileri tarafından sahibi olduğu halde başka kişilere veya topluma aitmiş gibi sahiplendirilmeye çalışılıyor.

Dolmabahçe Sarayı

Yapılan bu yanlışı Osmanlı’nın gerileme ve dağılma dönemleri dışında görmek pek mümkün değildi çünkü devlet güçlü bir devletti ve de kim ne yapmışsa o bilinirdi ama Osmanlı’nın dağılma dönemi bilhassa bu tür örnekleri görmek oldukça mümkün.

Mimarlar Ocağı kaldırılır yerine eşdeğer konumda Ebniye Müdürlüğü gelir ama bu müdürlük kayıtlarda ve  evraklarda çok eksik kalır yani bu dönemde kim hangi eseri yapmış şaibeli. Balyan ailesinin Ebniye müdürlüğünde hiç bir ismi geçmemesine rağmen Abdülhalim Efendi’nin ismi çoğu yerde geçmektedir. Yalnızca Nigoğolos Balyan ismi Ortaköy Camisi kayıtlarında ‘tedarikçi’ olarak geçmektedir. Evkaf defterleri arasındaki Keşf-i Evvel belgeleri ve Cevdet Saray tasnifi içinde yapılan son araştırmalar belge ve mühürlerle eserlerin sahiplerinin kim olduğunu açıklar bunlara göre;

 

Ortaköy Camii; Seyyit Abdülhahim Efendi
Nusretiye Camii; Mehmet Rasim Ağa
Heybeliada Bahariye Mektebi; Kırımlı Mahmut Ağa
Seraskerlik binası ve yangın kulesi; Seyyit Abdülhahim Efendi
Selimiye ve Rami kışlası; Seyyit abdülhahim Efendi
II. Mahmut türbesi; Mühendis Abdülhahim Efendi
Hırka-i şerif camii; Seyyit Abdülhalim Efendi

Dolmabahçe Sarayı; Seyyit Abdülhalim Efendi
Dolmabahçe saray tiyatrosu ve Baltalimanı Sahilsarayı; Fossati
Harbiye mektebi ve İTÜ Taşkışla binası; ingiliz mimar Willliam James smith
Yıldız Hamidiye Camii; Nikolaidis Jelpulyo

 

Balyan ailesi de bu karışıklıktan istifade mimar olarak kendilerini lanse ettiler ki zaten müteahhit olmalarına rağmen çevrelerine kendilerini mimar olarak tanıtıyor ve çevredeki insanlar tarafından da öyle biliniyordu. Ama tarihteki hiç bir olay gizli kalamaz ve elbette bir gün açığa çıkar. Birisi gün yüzüne çıkartır bütün gerçeklikleri tüm çıplaklığıyla bu sefer de Selman Can bu olayı bütün gerçeklikleriyle ortaya çıkarmış oldu.

Selman Can’ın araştırmalarına göre Balyan ailesinin ismi o dönemin kayıtlarında pek çok yolsuzluğa karışmıştır. Yani kısaca bu aile pohpohlanan fantezi tarihçilerimizin dediği gibi genlerinde sanat olan o aile değil Osmanlı’nın son dönmelerinde böyle bir ‘mimar’ yoktu. Bu aile ‘şirketleşmiş’ bir müteahhit firmasıydı yani ‘mal veya para karşılığında şurayı ya da burayı aldım,yapacağım’ diyen evraklarda bu tip sözlerin altında imzası olan Ermeni bir aileydi.

 

Balyan ailesinin mimarlık eğitimi aldıkları üzerine kaynaklarda çok farklı bilgiler vardır. Nigoğolos Balyan’ın eğitim için 1943’te Paris’e gittiği söylenmekte daha sonra ise rahatsızlığı sebebiyle kısa sürede geldiği belirtilir. Kevor Pamukciyan, Sarkis Balyan’ın 1855’te Ecole des beaux-arts‘dan mezun olduğunu belirtmiştir. Fakat bu tarihlerde Sarkis İstanbul’da ve yapmış olduğu bir hanın çatısının çökmesi üzerine hapistedir ve babası Garabet Balyan’ın kefaretiyle hapisten çıkar. Ayrıca İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Aygül Ağır’ın Ecole des beaux-arts ile yaptığı yazışmalarda Balyan ailesinin hiçbir ferdinin bu okulda eğitim almadığı ifade edilir.

Balyan ailesinden  Paris’te eğitim alan tek kişi Nigoğolos Balyan‘ın oğlu Levon‘dur. Sainte-Barbe Koleji‘nden mezun olmuştur. Burası da bir mimarlık okulu değil orta öğretim kurumudur. Tüm bu olayların üstüne bazı Ermeni kitleler şöyle demeye başladılar. ‘Bizim siyasi açıdan sizin üzerinizde herhangi bir etkimiz olmayabilir ama kültürel açıdan sizin üzerinizde hala etkilerimiz devam ediyor’ nasıl mı?

Bakalım İstanbul’a, Balyan ailesinin ‘sahiplendiği’ yerlere çoğunu hepimiz ya duymuşuz ya da görmüşüzdür dergi kapaklarında, televizyonlarda, duvar kağıtlarında.

Balyan Ailesi’nin Aile Mezarlığı

Osmanlı’nın Balkanlardaki eserlerinin çoğu doğal afet sonucu ya da eskimesinden dolayı değil Osmanlı hakimiyeti sona erdikten sonra yerine kurulan devletlerin ‘bilinçli’ olarak eserlerin tahribi ile yok olmuştur. Aynı olgu ve zihniyetin tasavvurunu Ermenilerin Balyan ailesi başta olmak üzere yapmış olduğu sahiplenme hareketi üzerinde de görebiliyoruz.Burada da ‘siyasi açıdan şu anda bir varlığı olmayan devletin –özellikle Osmanlı gibi bir devletin- kültürel açıdan da hiç bir varlığı olmamalı zihniyeti baş göstermektedir. Bu zihniyet olmasa idi şu an Balkanlarda her ilçede bir Osmanlı eseri görmüş olurduk. Oysa şimdi numunelik eserlerde arıyoruz Osmanlı’nın izlerini Balkanlarda.

Türkiye üzerinde büyük oyunlar oynanıyor, Amerika’nın oyunu yok İsrail’in oyunuydu gibi laflardan hiç haz etmedim. Şunu bilmek gerek eğer sizin hasımlarınız varsa –ki var- özellikle sağlam bir coğrafyada iseniz açıkçası hep uğraşılan, hiç bir zaman rahata eremeyen, işleri düzene koyamayan taraf olursunuz. Ne yönden bakarsanız bakın; siyasi, sosyal, kültürel.

Bu coğrafya siyasi açıdan kimlerin harcandığını görmedi ki ya da ne yiğit adamların gömüldüğünü görmedi ki. Sosyal açıdan kardeşin kardeşi kırdığını gördü bu coğrafya. Bu coğrafya bir dede ile torunun ne kadar değişik zihniyetlere, yaşayış tarzlarına, ideolojilere, ülkülere sahip olduğunu gördü kültürel açıdan. Kısacası bu coğrafya her şeyi gördü, görmediği bir şey kalmadı.

Uzun lafın kısası o yüzden her olaya,her düşünceye duygu ile yaklaşmamak,sentezlemeden çıkarımda bulunmamak, duygularımızla hareket etmemek lazım. Bu yazıda yazılanlara bile.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.