DüşünceFelsefeSosyoloji

Bir Millet Her Nesilde Yeniden Doğabilir Mi?

Kültür bir milleti yaşatan, bir arada tutan en önemli unsurlardan biridir. Gelenek ve görenekler bir milletin devamının teminatı olan olgulardır. “Bir millet her nesilde yeniden doğar” der Oktay Sinanoğlu. Evet, bir millet her nesilde yeniden doğar, kabuk değiştirir. Kültüründen, gelenek ve göreneklerinden, kısacası bir milleti millet yapan değerlerden kendisini soyutlamadığı müddetçe millet, kaybettiği maddi değerlerin telafisini er ya geç yapabilir.

En korkunç sömürgeleşme, zihinlerin ve gönüllerin köleleşmesidir.” der Oktay Sinanoğlu. Bir milletin madenleri, yer altı ve yer üstü kaynaklarının hiçbiri milletin değerleri, gelenek ve göreneklerinden kutsal olamaz. Maddi zenginlikleri bir millet kısa ya da uzun vadede amorti edebilir fakat milletin zihinlerini ve gönüllerinin alınması belki asla yerine konulamayacak büyük bir etkenin yoksunluğu anlamına gelir. Zihin ve gönüllerini kaptıran milletler fiili olarak sömürülmese de her konudan sömürülmeye müsait bir yapıya sahiptir. Örneğin Fransa, Cezayir’i yıllarca sömürdü. Cezayir Fransa’dan bağımsızlığını tekrar kazandı fakat geride anadili Fransızca, düşünce ve fikirleriyle Fransız, koca bir Cezayir halkı bıraktı. Daha sonra Cezayir’den çıkacak çoğu insanın ikinci vatandaşlığını aldığı ülke Fransa olacaktı.

Kültürleri güçlü olmayan milletlerin her ne kadar askerisi güçlü olsa da miraslarını yarınlara bırakmaları pek mümkün değildir. Askeriye eğer beraberinde sağlam bir kültürün taşıyıcılığını yaptığı taktirde esas işlevini görür. Askeriyeyi elinde bulunduran milletlerin temel sebebi ülkenin güvenliğini sağlamak ve ülkeyi yarınlara güçlü bir şekilde emanet etmektir. Bu konuda askeriyenin önemi büyüktür.

Örneğin Kavimler Göçü ile Avrupa’ya göç eden pek çok diğer kavimler gibi İdil ve Tuna Bulgarları da bölgedeki Avrupa kavimlerinin etkisinde kalarak kültürlerini, dillerini ve dinlerini kaybettiler. Askeri açıdan zayıf olmaları, kültürlerinin sağlam temelli ve uzun vadeli olmasını engellemişti.

Hazar’ların askeri açıdan herhangi bir caydırıcı ve etkili gücü yoktu fakat Hazar’lar bölgedeki Norslar ve Rusları teşkilatlanma ve askeri açıdan etkilediler. Hatta Hazar’lar yarattığı muhteşem etkiyle bir döneme Hazar Barış Çağı denilmesini sağladılar. Askeri açıdan zayıf olmaları bu dönemin uzun sürmesini engelledi.
Persler her ne kadar Yunanlılara yenilseler de askeri açıdan güçlü bir devletti ve Persler daha sonra gelecek tüm kara imparatorlukları için bir model olmuştu. Tabi birileri hariç: Moğollar. Moğollar’ın askeri gücü tartışılamayacak kadar büyük ve güçlüydü. Memlüklü Sultanı Baybars, Ayn Calud Muharebesinde Moğollar’ı durdurmasaydı muhtemelen Moğollar tüm Avrupa’yı istila edecek gücü kendisinde bulacaktı. Kültürel olarak hiçbir miras bırakmadılar. İmparatorlukları yıkılınca kültürleri ve mirasları da yok olup gitti. Bu örnekte de görüldüğü üzere askeri güç, millet ve devletler için herşey anlamına gelmemektedir.
Yunanlılarsa gerek Pers Savaşları‘ndan önceki şehir devletlerinde gerekse savaşlardan sonra Atina merkezli birleşik devlet yapısında da yüksek fikir ürünü retoriklerle eşi benzeri görülmemiş bir kültür inşa ettiler. Hatta bu kültür Mısır medeniyetini, Etrüskleri ve Romalıları da etkiledi.
Roma Medeniyeti ise tarihin en uzun soluklu imparatorluğu ünvanını elinde bulundurmakta. Doğu ve Batı Roma hem kültür hem askeriyeyi düşünürsek ikisinin de çok kuvvetli şekilde devam ettiğinin ender örneklerinden biridir. Roma medeniyeti bize hukuk denilen olguyu kazandırdı. Devlet yönetimlerinde farklılıklar ve alternatifler sundu. Siyasal rejimleri doğrulukları ve yanlışlıkları ile göstermiş oldular. Dinlerin devleti nasıl etkileyebileceğini gösterdiler. Müzik, edebiyat, mimari ve tarih alanlarında eşsiz ve çoğu zaman ilham kaynağı niteliğindeki örnekleri verdiler.
Arap Medeniyeti ise yine Hazar ve Yunan medeniyetleri gibi askeri açıdan güçlü bir devlet medeniyet değildi. Coğrafi konumları onları tarih boyunca işgallerden ve sömürgeleşmeden korumuştu. (Bu durum petrolün keşfinden sonra kısmen değişmiştir.) Kültürel anlamda ise Araplar, İranlıları ve Türkleri edebiyat ve sanat anlamlarında etkilemişlerdir.

Türk devletlerinden Selçuklular Farslardan, Osmanlı Doğunun tüm medeniyetlerinden son zamanlarında ise batıdan, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise genellikle batı medeniyetlerinden etkilenmiştir. Türklerin Arapları, Farsları ve diğer Ortadoğu kavimlerini teşkilatlanma ve askeriye açısından etkilemişlerdir. Uç bölgelere yerleştirilen Türkler, Samarra adı verilen kentlerde kendi kültürlerini ve benliklerini muhafaza etmeyi başarmışlardır. Türklerin ise Roma Medeniyeti kadar yazılı olarak kültürü gelişmemiş, kültür daha çok töre çerçevesinde yorumlanmış ve kulaktan kulağa yayılmasıyla bir yorum ortaya çıkmıştır. Türklerin kağıtla veya herhangi bir nesne üzerine yazılar yazmasıyla tanışması, bir hayli uzun sürmüştür. Bunda göçebe yaşam tarzı önemli bir faktör olmuştur. Aynı zamanda askeri açıdan ise dünyanın en teşkilatlı ordularından birine sahip olan Türkler savaş konusunda diğer milletlerden üstün yeteneklere sahipti.
Kültürleri ve medeniyetleri böyle genel olarak inceledikten sonra kültürün önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Kültür sürdürülmesi halinde doğal olarak milletleri ve devletleri de ardından sürükleyecek bir yapıya sahiptir. Askeriye elinde bulundurma ve siyasi anlamda güç, kültürün nesiller boyu aktarılmasındaki en büyük yardımcı güçtür. Nesiller kültür yükünü, geçmişten gelen yorumlarla üstlenir. Eğer kültürün nesillere ulaşmasını sağlayan kanallarda bir tıkanıklık mevcutsa bu kuşaklar arasında uyuşmazlıklara sebep olur. Dede, torununu, evlat babasını yadırgayacak ve herkes kendi yaşamımın bağlı olduğu milletin kültürüyle daha çok uyuştuğunu savunacaktır. Çağımızın en büyük sorunlarından biri olarak lanse edilen kuşaklar arası çatışmanın çıkış noktası işte tam burasıdır.

Bir millet her nesilde yeniden doğabilir fakat ne şekilde doğacağı ve ne uğruna doğacağı, kültür denen olgunun baştan sıkı tutulmasında gizli. Bu sorumluluğu üstlenecek mantıki olarak iki zümre var: Birey ve devlet. Birey, farkında birey toplumu dönüştürmeye çalışmalı, toplumu bir arada tutan değerlerin ayrışmasına ve kopmasına engel olmalı. İkinci olarak da bu işin planlı ve programlı bir şekilde yürütülüp devlet politikası haline gelmeli. Bireyler bıkkınlık gösterip, vazgeçebilir fakat devlet bu işi yapabilecek kişi veya kişileri mutlaka ama mutlaka bulacaktır.

Oktay Sinanoğlu güzel özetlemiştir: Bir millet her nesilde yeniden doğar. Yeniden köklerine bağlı olarak doğması önce bireye daha sonra devlete bağlıdır. Eğer devlet milletini düşünüyorsa tabi ki.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.