Gündem

Filistin’in Savaşı: Din Değil Varolma Savaşıdır

Özellikle son dönemlerde ortaya çıkan Filistin meselesinde, Filistin halkının mücadelesinin meşruluğu tartışma konusu oldu. Aslında bakarsanız, bölgede İsrail’in kuruluşundan beri bu sorun hep var. İsrail ile Filistin arasındaki meselelerden doğan anlaşmazlık ve ihtilaf, başta İslam ülkeleri olmak üzere diğer tüm devlet ve milletlerin hassas olduğu bir nokta olmuştur. Peki Filistin halkının mücadelesine hangi açıdan bakmak gerekiyor? Din bakımından mı? Varoluş bakımından mı?

Filistin halkının mücadelesi her zaman var olma temelli olmuştur. Filistin halkının kendi dinleri için savaştığı gerçeğini göz ardı edemesek de en temelde Filistin halkının mücadelesi, yaşamak ve hayatta kalmaktır.

1897 Basel Kongresi’nden bu tarihe kadar İsrail’in kuruluş ve gelişme aşamaları esnasında Filistin halkı her zaman güçlünün zulmüne karşı ayakta kalmaya çalışmaktır.

Uluslar ve devletler emellerini gerçekleştirmek için gerek iç politikada gerekse dış politikada realist bir anlayış içindedirler. Realist anlayışın özeti ise, Tukidides’in Peloponezya Savaşları Tarihi adlı kitabında Atinalıların gemiyle bir Sparta kolonisi olan Melos’a gidip ada halkının savaşmadan teslim olmaları gerektiğini söylemeleri ve bunun üzerine Melosluların tarafsız kalmayı istemeleri sonucu Atinalıların söylediği, tarihte realizmin ilk açık ifadesi olan “güçlü olan istediğini yapar; zayıf olansa çekmesi gereken acıyı çeker” sözüdür.

Bu durumda da İsrail güçlüdür. Güçlü bir ekonomiye ve 67-68 Savaşları’nda 6 Arap Devletini yenebilecek askeri güce sahiptir.

Bölgede “din” uğruna savaşına devam eden bir ülke varsa o da İsrail’dir. Kurulduğu 1948 yılından itibaren bölgedeki kan ve gözyaşının müsebbibi olan İsrail için bu saatten sonra iyimser olmanın Pollyannacı yaklaşmanın hiçbir akıl alır yanı yok.

Bölgede diğer Arap devletlerinin hiç mi suçu yok? Elbette ki var. Yukarıda belirtilen 67-68 Savaşları’nda Arap Devletleri, Kudüs’ün Doğusunu savaşmaya gerek duymadan İsrail’e vermiştir. İsrail ise bu kazançtan sonra başkentini Kudüs olarak seçmiş, fakat uluslararası statü gereği diğer devletler tarafından bu tek taraflı karar kabul edilmemişti.

Oldukça sıcak bir gelişme sayılabilecek Kudüs’ün Amerika Birleşik Devletleri tarafından İsrail’in yeni başkenti olarak seçilmesinin aslı bu olaydır.

İşin detayına inince Arapların bölgeden İngiliz işbirliği ile Türkleri çıkardığını da görürüz. Buradaki asıl konu Filistin’in davasıdır. İntifada bir dini ayaklanma değildi. İntifada, kendi yaşamlarını devam ettirebilmek adına Filistin halkının yapması zorunlu bir sivil itaatsizlikti.

Filistin halkının savaşı ve davası din üzerine değildir. Filistin halkı, savaşlarını yaşamları ve nesilleri için yapmaktadır. Zira ortada işgalci ve işgal ettiği topraklardaki halkın can ve mal güvenliğini umursamayan bir devlet var: İsrail.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.