Siyaset

Klasik Jeopolitik Nedir?

Klasik jeopolitik emperyalist ülkeler arasındaki rekabetin en yoğun olduğu 1870-1945 yıllarında ortaya çıkan ve gelişen bir paradigmadır. Bu paradigmanın ön plana çıkan önemli isimlerinin ürettiği teoriler daha sonraki jeopolitik çalışmaları doğrudan etkilemişlerdir. Bu yazarlar sadece teori üretimiyle uğraşan metinsel bir çabadan ziyade doğrudan devlet yönetimine etkide bulunan oldukça pratik düşüncelere öncülük eden problem çözücü bir yaklaşım sunma iddiasındadır. Klasil jeopolitik paradigmanın oluşumuna öncülük eden kişilerin temel amacı sanayi merkezli hızlı modernleşme, kültürel dönüşüm ve toplumsal devrimler çağında ülke içinde en yetkin yeniden yapılanma ile dışarıya doğru genişleyerek hayatta kalma arasındaki dengenin nasıl sağlanacağına yönelik coğrafya merkezli bir çıkış yolu bulmaktır. Bu nedenle soruları doğrudan coğrafi olmaktan ziyade devlet ile ilgilidir. Örneğin Amerikalı Alfred T. Mahan ‘’ devlet için ulusal mükemmeliyete giden yolun’’ ne olduğuyla ilgilenirken. Alman Friedrich Ratzel ‘’ devlet ile coğrafyası arasındaki en iyi ilişki’’yi teprize ederek devletin genişlemesinin yollarını aramıştır. Halford Mackinder ise İngiliz imparatorluğunun güçlendirilmesi ve yeniden yapılandırılması için reform arayışındadır.

Dönemin bilimsel söylemi pozitivizme paralel bir şekilde bu kişiler devletlerin oluşumuna, gelişimine ve yayılışına ilişkin evrensel yasalar üretme peşindedirler. Ratzel eserlerinde, güçlü ve başarılı bir devletin hiçbir zaman var olan sınırlarından memnun kalmayacağını, topraklarını sürekli genişletme ve ‘’yaşam alanını emniyete alma arayışında’’ olacağını ileri sürmektedir. Bu nedenle Ratzel’e göre devletlerin sürekli devam eden yaşam alanı arayışı en temel değişmez jeopolitik yasalardan biridir. Aksi bir durum onların yok olup, tarih sahnesinden silinip gitmesine neden olacaktır. Bu jeopolitik yasa Alman jeopolitik okulu içinde Almanya’nın mevcut topraklarının dışına doğru genişlemesi gerektiğini ileri süren bir siyasi stratejinin ortaya çıkmasına öncülük etmiş ve Hitler’in dış siyasetinin ana yönelimini oluşturmuştur. Klasik jeopolitiğin bu ana damarını organik devlet jeopolitik düşünce tarzı olarak tanımlamak mümkündür. Söz konusu jeopolitik gelenek, doğa şartlarını devletler arasındaki ilişkilere uygulayarak topraksal genişlemeyi ya da fethi bir hayatta kalma sorunu olarak ele alır ve emperyal siyasi coğrafi argümanlarla meşrulaştırır.

Klasik jeopolitiğin İngiltere damarını temsil eden Halford Mackinder içinse sorun tam olarak Britanya imparatorluğunun devletlerarası küresel mücadelede hem ideolojik hem de coğrafi olarak yeniden organize edilmesi ve yapılandırılmasıdır. Alman organik devlet okulyla karşılaştırıldığında Mackinder devletin neden ve nasıl oluştuğuna çok önem vermez. Mackinder’e göre, İngiliz imparatorluğunun bu mücadele içinde galip gelmesi öncelik olarak ‘coğrafya tasavvurunun’ değişmesiyle mümkün olabilir. 1905 yılında Kraliyet Coğrafya Derneği’nde yaptığı ‘’Coğrafyanın Kapsamı ve Metotları’’ adlı tarihi konuşmada ‘yeni coğrafyanın’ artık devletin hizmetinde olması gerektiğini savunmuştur. ‘Yeni coğrafya’, Mackinder’e göre, dünya yüzeyinde yer alan mekanlar hakkında faydasız bilgiler toplamak için değil, politik amaçlara ulaşmada devlete pratik faydalar üretmek için kullanılmalıdır.

Klasik jeopolitikte amaç devlete ve devlet adamlarına kendi ülkelerinin yeniden yapılandırılması ve emperyal rekabette öne geçmelerini sağlayacak bilgiyi oluşturmak olduğu için, jeopolitik her şeyden önce bir devlet bilimi olarak şekillenmiştir. Bu nedenle devlet-merkezlilik klasik jeopolitiğin en temel özelliklerinden birisi olarak tezahür eder. Klasik jeopolitiğin bunun dışında üç ayrıştırıcı özelliği vardır.

Birincisi,klasik jeopolitik coğrafyanın ne anlattığı ve bunun neden anlamlı olduğuyla ilgili sağlam varsayımlardan oluşan, her bir analizin birbirini totolojik olarak desteklediği bir düşünce sistemidir ve siyaseti değişmez mekânsal kategorilere indirgeyen özcü bir düşünce biçimidir. Diğer bir ifadeyle jeopolitikçiler coğrafyadan ve onun fiziksel özelliklerinden bahsederken aynı zamanda bir hakikatten bahsettiklerini iddia ederler. Bu anlamda klasik jeopolitik, dünyayı ulus-devletlerden oluşmuş bir bütün olarak görürken, uluslararası politikadaki mücadele ve çatışmayı farklı coğrafi mekanlar arasında var olan güç mücadelesinin bir türevi olarak hiyerarşik bir öze indirger. Söz konusu hiyerarşi içinde özellikle Batı-Doğu, geri- modern gibi özcü, egzotik ve etno merkezci mekânsal kategoriler dar bir problematik eksenine yerleştirilerek farklılıklar kesinlik içeren bir öze dönüştürülmektedir. Dolayısıyla klasik jeopolitik paradigmada sürekli mekânsal bir öz arayışı vardır. Bu mekânsal öz arayışı bütün klasik metinlerin teorik yaklaşımlarının merkezini oluşturur. Halford Mackinder’in formülü akılda kalıcılığı bakımından oldukça açıklayıcıdır. Kara Hakimiyet Teorisi olarak da bilinen Mackinder’in jeopolitik modeline göre bundan sonra(1905) asıl mücadele kara güçleriyle deniz güçleri arasında seyredecektir ve karaya hakim olmak dünya hakimiyetini bir devlet açısından kolaylaştıracaktır. Mackinder’e göre, ‘’ Kim Doğu Avrupa’yı yönetirse Kalpgaha(Heartland) hükmeder, kim Kalpgaha hükmederse Dünya Adasına hükmeder, Kim dünya Adasına hükmederse dünyaya hükmeder.’’ Tıpkı Mackinder gibi Haoushofer, Spkyman ve diğer birçok jeopolitikçinin modellerinde mekânsal bir merkezin dünya siyasetinde hayatta kalmak için kontrol edilmesi gerekir.

İkincisi, klasik jeopolitik her türlü siyasal ve toplumsal varoluşu mekânsal konumlanışın bir türevi olarak gören coğrafi determinizm (coğrafi belirlenmişlik varsayımı) anlayışına sahiptir. Diğer bir ifade ile, klasik jeopolitik gelenek içinde determinizm düşüncesi, çevrenin devletlerin davranışlarının şekillenmesinde belirleyici bir unsur olduğunu ileri sürer. Bu eğilim, mekanı her zaman geçerli olan değişmez bir etken olarak siyasi üretimine dahil eder. Bu yaklaşımına göre, mekânsal konumlanış değişmeyeceği için siyasette coğrafyanın hükümlerine tabidir. Mekan devletin fiziğe bürünmüş halini yansıtır. Burada bir bütün olarak dünya ‘’bizim dışımızda kendinden menkul bir gerçeklik olarak’’ objektif bir biçimde bilinebilir ve resmedilebilir. Diğer bir ifadeyle, ‘gözün şahitliğinin’ gerçekliğin kavranması konusunda yeterli olduğunu ileri süren jeopolitik bir kurgu, bütün bir siyasa üretimin ruhuna nüfuz etmiştir. Burada doğanın, devletlerin kaderini belirlediğine dair hiçbir şüpheye yer yoktur.

Üçüncüsü ise, klasik jeopolitik emperyalizm, muhafazakarlık ve ırkçılık fikirlerinden ayrı düşünülmeyecek bir şekilde ulus-devleti merkezine alan ideolojik bir kurguya sahiptir. En başta klasik jeopolitiğin sözde bilimsel olduğunu iddia ettiği coğrafi ve mekânsal sabitlemeler ve ayrımların hepsi de ideolojiktir. Örneğin Alman Haushofer’in jeopolitik modelini temsil eden dünya haritasında sömüren ile sömürülen dünya şeklinde haritalandırılmış ırksal bir hiyerarşi söz konusuyken, Mackinder’in Avrasya merkezli dünya siyaseti kurgusu Almanya ile Rusya arasında muhtemel bir ittifakı engellemeye dönük siyasi bir gündeme sahiptir. Ayrıca erken dönem Alman, İngiliz, İtalyan, Amerikan ve Japon jeopolitik modellerinin hepsinde de açık bir emperyalist ve muhafazakar ideoloji hakimdir. Buna ek olarak ekonomik milliyetçilik bütün klasik jeopolitik modellerde hakim kurgu olarak ortaya çıkar.

Konuyla ilgili olarak;

Neo-Klasik Jeopolitik Nedir?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.