Edebiyat

İç Çekişme

İçini bir suya, deniz kenarındaki bir taşa, saksı dibine yeni diktiği küpe çiçeğine, bir mimozaya nasıl anlatacağını öğrense insanlara ihtiyaç duymayacaktı. 

İnsanlara incinmemeyi kaç yaşında öğrenecekti, ne yapsa da incinmezdi. Ne yapsa da bir şeyler ummazdı? 

Hayat bu kadar incinmeyi de kaldırmıyordu. Sendeliyordu. Kalbini kıran her şeyi söylemeyi denedi. Anlattı. İnsanların bunları kulak asmadığını gördü. Sevmeyi denedi. Sevmek bir şeyleri onarırdı  -en azından öyle denmişti. Susmayı denedi. Susmak onun mizacına tersti. 

İnsan neden kendini mutlu etmek için uğraşsın ki diye düşündü. Belki de mutsuz olmak gerekiyor. Ya da hüzün  bu dünyaya daha çok yakışıyor. 

Orta yol bulmalıydı. İnsanların sözlerinden, kinlerinden kendini kurtaracak bir orta yol. 

İncindiği her şeyin üzerini çizdi. Belki bu işe yarayacaktı. 

Kalbini kırdıkları yerden sarı montlu çocukların kalbine giden bir yol aradı. O yolu bulmak için küçüklüğüne inecekti. 

Her şeyi unutan kalbine küstü. Kalbi unutmasaydı, aklı zaten unutmayacaktı. 

Kin tutamayan içine kızdı. İnsanlara bazen acımasız davranmak gerektiğini düşündü. 

Kırıldığı yerden başkalarını da kırmalıydı. 

Kötücül bir fikirdi. utandı. 

Fakat çocukluğuna inince bir kaç kinden başka bir şey bulamadı. 

Sonuç olarak yine, unutan kalbine küstü. 

İçini düğüm düğüm eden bir şeyler vardı. Bu kendinden başkası değildi. 

Hata da günah da kendisiydi. 

Kendi sığlığına kızdı. Tüm hatayı kendinde buldu, bir görev gibi. 

Eğer insanların sözlerine bu kadar incelemeseydi, bir kez bile olsa üstünden baksaydı bir şeylere, böyle olmayacaktı. 

İnsanları uzaktan sevmeliydi. Onlara minnet etmemeliydi, muhtaç olmamalıydı, ricada bulunmamalıydı, hoşlarına gitmeyecek şeyler söylememeliydi, daima onları övmeliydi, daima onlarla iyi geçinmeliydi… 

yani onların suyuna gitmeliydi. yani kendi olmamalıydı.

Yazık etmemeliydi kendine. 

Kız çocuklarını sevmeyenler, bir annenin yüreğini bu denli incitenler. Kristal bir bardağı yere atar gibi savurduğu cümlelerin karnındaki bebeğe kadar işlediği anneler kadar bilemeyeceklerdi, kız çocuklarının kristal bir bardağın kırılmasından kalan son parça olduğunu. 

İnsanlar bu kristal parçayı hiç görmeyecek varlıklardı. İnsanlar sarı montlu kız çocuklarından farklı varlıklardı. 

Hepsini unutup, 

Bir dosta sarılıp sıkı sıkı yüzünü güneşe dönüp batışını seyretmeliydi. İnsanların yüreğinde batışından daha evlaydı bu. 

Karın üstünde yürürken çıkan o sesi, boş muhabbetlere tercih ettiği gün farketmeliydi bir şeyleri. 

Farid Farjad dinlemeliydi. Bu insanların soğukluğunu kış günlerinde ısıtırdı. 

Kış güneşlerinde annesiyle çay içtiği günleri hatırlamalıydı. 

Temiz çarşaflarda uyuduğu o saadetli uykuyu..

Bir gün batımında dönme dolaba bineceği günün hayaliyle uyuduğu,

çocukluğunun sarı çiçek topladığı heyecanlı baharını, 

Elleri kınalanmış arefe gecesinde bayramı bekleyen telaşıyla sıkı sıkıya sıktığı avuçlarını,

somun ekmeği sıcaklığıyla bir elması kavrar gibi ağzına attığı köy günlerini, 

dağlarda çiğdem çiçeği topladığı yağmurlu günleri,

Hepsini hayatına yerleştirmeliydi. Geçmişe dair bunlar vardı. 

bir de 

Ankara’dan yeni gelmiş suluğunun daha ilk gün yere düşüp kırıldığı o köy okulunun koridorlarını hatırladı. 

Asıl kırıklığını buldu. 

sonra

Kalbini kıran her şey için özür diledi. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.