Osmanlı’da Sürekli Diplomasi Süreci
Osmanlı’nın “Kuruluş” ve “Yükselme” dönemlerinin ardından gücünü yitirmeye başladığı görülmüştür. 17. yüzyılda 1664 yılında St. Gothard’da Habsburg İmparatorluğu’na karşı aldığı yenilgi Osmanlı’nın ordusunun gücünün zayıfladığının ve Osmanlı’nın dönemin gelişmelerinden geri kaldığının belirtisi olarak yorumlanmıştır. (Sander, 2021) 1669 yılında Avusturya, Polonya, Venedik ve Rusya ile anlaşmalara silsilesi olan Karlofça, Osmanlı’da önemli toprak kayıplarının görülmesine yol açmıştır. Osmanlı, askerî açıdan gücünü kaybetmeye başlamıştır ve bu durum diğer devletler tarafından da fark edilmiştir. Bunun neticesinde Osmanlı’nın savaş açısından fetih politikasının yerini savunma politikasının aldığı söylenebilir. Karlofça, Osmanlı tarihinde önemli bir noktadadır. “Duraklama” döneminin başlangıcı kabul etmektedir. Karlofça’nın Osmanlı diplomasisi açısından önemi, geleneksel diplomasinin sorgulanmaya başlamasına neden olmasıdır. Osmanlı’nın kendi güç kaybını ve Batı’nın gücünü arttırdığını fark etmesinin ardından eksikliğin nerede olduğunu anlamaya dair politikalar izlemeye başladığı görülmüştür. Lale Devri olarak adlandırılan III. Ahmet döneminde çeşitli alanlarda Batılı tarzda yenilikler görülmüştür. Sürekli elçiliğe geçilmemiş olsa da Osmanlı tarafından Batı devletlerine elçiler gönderilmiştir. Bu elçilerin amaçları Batı’nın nerede ilerlediğini, Osmanlı’nın eksikliklerini tespit etmeye yöneliktir. Sonuç olarak “Duraklama” dönemiyle birlikte Osmanlı’da ad hoc diplomasinin yavaş yavaş bırakıldığı Avrupa’da görülen diplomasi biçiminin benimsenmesine dair yenilikler yapıldığı görülmüştür.
Bu dönemde Osmanlı’nın Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın isyan etmesi neticesinde Osmanlı’nın bu isyanı tek başına bastıramaması ve diğer devletlerden yardım istemesi Osmanlı’nın gücünü yitirdiğinin görülmesinin önemli örneklerindendir. Diğer devletlerden yardım istenmesi Osmanlı’nın kendisini üstün gördüğü diplomasi anlayışını terk ettiğinin somut örneklerindendir. Osmanlı diğer devletlerle ilişkilerini giderek arttırmaya başlamıştır. 18. yüzyılda Reis’ül Küttap’ın diğer devletlerle yazışmalardan ve ilişkilerden sorumlu tutulmaya başlandığı görülmüştür. Bu durum Osmanlı’da diplomasiyle ilgilenen kurumların oluşturulmaya başlandığı göstermektedir.
18. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde 1789’da Fransız İhtilali’nin yaşanmasının ardından milliyetçik düşüncesinin güçlenmesi Osmanlı hakimiyetinde yaşayan Sırplar ve Yunanlar gibi etnik grupların isyan etmesine yol açmıştır. Bu, Osmanlı’nın içeride de güç kaybı yaşamaya başladığı göstermektedir. Osmanlı’nın sürekli diplomasiye geçişi görülmeye başlamıştır. 1793’te Yusuf Agah Efendi’nin Londra’ya elçi olarak atanması bu konuda görülen önemli bir gelişmedir. Her ne kadar Osmanlı’da modern diplomasi tam olarak 19. yüzyılda görülmüş olsa da 18. yüzyıl sonlarında adımlar atılmaya başlamıştır. Londra’nın ardından Paris, Berlin ve Viyana’ya da elçiler atanmış, bu şehirlerde büyükelçilikler açılmıştır. 19. Yüzyıla gelindiğinde Batı’yı takip edebilme açısından Tercüme Odası’nın oldukça önemli bir konumda olduğu, sürekli diplomasinin kontrol edilebilmesi için gerekli kurumların oluşturulmaya başlandığı görülmektedir.
Osmanlı gücünü kaybetmiş durumdayken Avrupa’da 1815 Viyana Kongresi’nin ardından kurulan Avrupa düzenine ilk başta Osmanlı dahil edilmemiştir. 1856’da Islahat Fermanı’yla yabancıların haklarının genişletilmesinin neticesinde Avrupa’ya dahil olmak adına adım atılmıştır ve Osmanlı, Avrupa düzenine dahil edilmiştir.