Araplarda Kabile Kültürü
Arap yarımadasında gerek İslamiyet’ten önce gerekse İslamiyet’ten sonra varlıklarından söz edebileceğimiz kabilleler toplumun birçok alanını düzenleyen ana dinamikler olmuşlardır. Cahiliye döneminde bazı krallıklar hariç Arapların yaşam biçimini belirleyen yönetimsel ağlar kabileler olmuş, bunlar Arap yarımadasını koruyan bir zırh ve kalkan konumunda varlıklarını sürdürmüşlerdir.[1] Zira Arap yarımadası içerisinde belirli bir devlet yapılanması ve hukuki sistemin olmaması bireyler bu bağlamda kendilerini daha aitlik ve bağlılık hissedebileceği kabilelere ait hissediyordu[2] Nesep, taassup, asabiyet duyguları ile birbirine tutunan kabileler, içinde bulunan fertlerin de ihtiyaçlarını karşılayan, sorumluluk yükleyen bir kurum konumu oluşturmuşlardır. Bu durum ise kabileler içinde bağlığı arttırmış ve ‘asabiyet’ denilen başka kabilelerce uğranılan zararın karşılanması gibi birbirine olan sorumlukları gidermeye yönelik adımlar atılmıştır.
Arap kabileleri yaşayış biçimi olarak yerli ya da göçebe olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Bedevi olarak yaşayan kesim, çöl ve vahalarda develeriyle birlikte yaşamakta, hadariler ise şehir, kasaba ve köylerde yaşamlarını sürdürmekteydiler. Kabileler, anlaşmazlıklar, savaş ya da kuraklık gibi nedenle sık sık yer değiştirir, otlak ve su alanları gibi verimli yerlere giderler ve bu bölgeler oldukça önem taşımaktaydı, Kabilelerin önemli geçim kayağı ise yağmacılıktı. Kabileler arasında mal ve can güvenliğisebebiyle yardımlaşmalar olur bu yardımlaşmalar ‘hilf’ adı altında toplanırdı. Bunun ersine kabile içinde yanlış hareket (hal) yapıp cezalandırma işleri de olmuş, bu kişileri kabile dışı etmeye kadar varmış bazıları ise bunlara karşı çıkarak kabile dışı çeteler kurmuşlardır. (Bunlara su’luk adı verilmektedir.)
Kabilelerin başlarında Şeyh, Reis, Seyyid denen kişiler bulunur bunlar zenginlik ve statü açısından üstün kişilerden seçilir ve belirli sorumluluklar yüklenirdi. Yine Cahiliye döneminde her kabilenin kendine has putları mevcuttu. (Lat, Menat, Uzza gibi ortak putların dışında.) Kabileler, içinde bulundukları toprakların şeklini alarak diğer kabilelerden, din, dil veya lehçe, töre değişiklikleri gibi başlıklarda ayrışmışlardır. Bu farklılaşmalarını kıyafetlerine ve kullandıkları eşyalarla (halı, kilim) yansıtmışlardır.
İslamiyet ile birlikte varlıklarını sürdüren Kabileler, Peygamberin kin, nefret, gibi asabiyetten meydana getirebilecek herhangi bir ayrılığın önüne geçmesiyle/telkin etmesiyle birlikte Hz. Peygamber döneminde ayrılıkçı faaliyetlerden uzak durarak varlığını devam ettirmiştir. Hulefa-yi Raşidin döneminde de böyle devam eden kabileler, çok aktif olmasa da faaliyet ve bağlılıklarını sürdürmüştür.[3]
Asırlar geçtikçe büyük İmparatorlukların himayesinde yaşamaya devam eden aşiret ve kabileler, İmparatorlukların bölgedeki hükümdarlığına zarar vermediği ve ona biat ettikleri taktirde serbest bırakılmış ve merkezden uzak yerlerde yarı resmi- gayri resmi olarak hükümdarlık sürmüşlerdir. Hatta bu kabile/aşiretler zaman zaman ‘özerk aşiret’ olarak konumlanmış, devlet benzeri yapılara everilmiştir. Fakat bunların varlığının uzun olduğunu söylemek pek mümkün değildir. (örn: 1744’de kurulan Birinci Suud Devleti)
[1] Hakan Temir, İslam Öncesi Arap Yarımadasında Kabile Dışı Unsurlar; Sa’alik Grupları, Siyer Araştırmaları Dergisi, sayı: 5, 2019, s. 129.
[2] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, Agora Kitaplığı, 2015, İstanbul, s. 9.
[3] Ünal Kılıç, ‘’Kabile Asabiyeti Bakımından Yezid b. Abdülmelik’in Hilafeti’’ C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi,
2010, s. 52