Beğendiğimiz Bedenlere Hayalimizdeki Ruhları Koyup Aşk Diyoruz
Beğendiğiniz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup aşk sanıyorsunuz, Shakespeare böyle der. Aşkı, herkesin algıladığı, yorumladığı şekline ağır bir eleştiri ve tespittir aslında. Gerçek göz önünde bulundurulduğunda aşkı, hangimiz böyle yorumlamıyor ki?
Beğendiğimiz bedenler oluyor, kiminin kara kaşına gözüne aldanıp, hayalimizde aşık olabileceğimiz ideal kişilik profilini ona yüklüyor ve adına aşk diyoruz. Ve böylece aşkı sadece maddesel olarak anlamaya başlıyoruz. Velhasıl madde, her şeyde olduğu gibi bir gün bitiyor ve ilerlemiyor bir adım ötesine.
Hepimizin hayalinde bir kadın/erkek vardır ve bu erkek ve kadın, her şeyiyle bizim istediğimiz/arzuladığımız hüviyettedir. Ne bir miktar ilerisinde, ne bir adım gerisinde tam ortada, hassas bir konumdadır. Şimdi böyle bir hassaslıktaki aşk konuma, erişilemediği için bir insanı yerleştirmenin adı neden aşk olsun ki? Sevgi elbette farklı bir şey. Ki aşkın tanımı herkesin açıkladığı ve muhakkak bir yorumunun olduğu bir olgudur. Bu olguyu değersizleştiren de yine insandır. Aşka anlam yükleyen, ona ne olmadığı, ne olduğu hakkında farklılıklar getiren yine biziz kısaca.
Aşk bedenden ibaret değildir. Yalnızca aşkı bir tarafıyla yorumlamak diğer dallarda olduğu gibi aşkta da geçersiz bir yöntemdir. Tek yönüyle aşk açıklanmaz. Ki hayalde olan aşka, erişimin mümkün olmadığı da bir acı gerçek olarak karşımıza çıkar.
O yolda olmaktır aşk. Siz ne kadar erişmek isteseniz de aşk, aslında hiç erişilemeyen ve erişilmesi istenmeyen bir olgudur, kutsaldır. Velhasıl temenni ile veda edelim: Birbirinize olan sevginiz gibi hayatın hiç son bulmadığı bir yerde.