Gündem

Ekonomik Küreselleşme

Önceden belirtmekte fayda vardır ki, küreselleşmenin ekonomik sonuçları, diğer sonuçlarına bir zemin oluşturması sebebiyle ayrı bir önem taşımaktadır. Sanayi Devriminin insanlık tarihi için bir dönüm noktası olduğu tüm çevrelerce bilinen bir gerçek. Sanayi tipi üretimin bir sonucu olarak tüketim de hat safhada olduğu kapitalist düzende büyüme ve genişleme için bir hudut bulunmamaktadır. Bu sınırsız büyüme genişleme alternatifi beraberinde yeni sermaye sahiplerini ve mevcut sermaye birikimini de beraberinde getirmiştir. Sanayi Devrimi sonrasında devletler de bizzat bu teşebbüslerin içinde önemli bir aktör olarak yer aldı. Ve devletin rolü ilk zamanlarda o kadar fazlaydı ki şahsi müteşebbislerin dahi önüne geçebilecek bir seviyede idi. Bu yapıyı ekonomik tabirle devletçi, sistemsel olarak baktığımızda ulusal olarak değerlendirebiliriz.

Daha sonra, ilerleyen dönemde şöyle bir sorun ortaya çıktı. Ülke içindeki üretimin, tamamen ülke içinde tüketimi mümkün olmuyordu. Bu imkansızlık beraberinde ulusal devletlerin sınırlarını aşmasına ve hudut ötesine taşmasıyla sonuçlanmaya mecbur bırakıldı. Bu süreç ilk başta bir arayış süreci olarak öne çıkmış ve dünyanın o dönemler ve hatta şimdi de küresel güçlerinden olan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler bu arayışa ön ayak olmuşlardı. Bu arayış, sonucunda yukarıda da belirttiğimiz gibi devletlerin yavaş yavaş ekonomiye ve üretim-tüketim endeksine müdahale etmemesiyle sonuçlanacaktı. Bu sebepten ötürü özel kuruluş ve kurumlar küresel çapta bu arayışın kurtarıcısı olmuşlardır. Örneğin merkezi Amerika Birleşik Devletleri’nde olan Apple‘ın hem ABD’nin, hem Çin’in, hem de diğer devletlerin ekonomisine girişleri bu sayede olmuştur diyebiliriz. Ekonomik küreselleşmeyi, makro düzeyde üretim-tüketim parametresinin kapitalist anlayış çevresinde küreselleşen dünyaya ayak uydurması olarak tasavvur edebiliriz. Açık bir deyimle ekonomideki bu küreselleşmenin, kapitalizmin yeni bir formu olduğunu söyleyebiliriz.

Küreselleşme, kapitalist dünya sisteminin merkezlerinin dünya ekonomisini kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirme çabasının devamı olarak da görülebilmektedir.

Sanayi Devriminin yaşandığı Avrupa kıt’ası ve sistemleştiği Amerika’da da küreselleşme yolunda önemli adımlar atılmıştır. Örneğin büyük sanayi kuruluşları ve büyük işletmeler bu topraklarda kurulmuştur. Bu, şöyle bir sonucu doğurmuştu. Avrupa ve Amerika ham maddeye ihtiyaç duyacak, bu ham maddeyi işleyip tekrar ham madde aldığı ülkeler de dahil tüm ülkelere ürettiğini satacak, üretimi yapacak olan insanları ise üçüncü dünya ülkelerinden tedarik edecekti. Aynı zamanda yaşanan diğer bir önemli gelişme ise artan tüketim ve potansiyelle birlikte üretimi yapan ülkeler (ABD ve Avrupa ülkeleri gibi) üçüncü dünya ülkelerinde sistemi değiştirmeden ağlarını genişlettiler. Batı menşeli ülkelerin üçüncü dünya ülkeleri üzerinde yapılanmaya gitmeleri beraberinde kendilerinde olan sorunların da başka memleketlere taşınmasına sebep olmuştur. Batı ülkelerinde Sanayileşme sonrası yaşanan politik, kültürel ve ekolojik sorunlar Batı dışına da kaymıştır.

Günümüze baktığımızda artık milletler ötesi şirket sayısının epey fazla olduğunu gözlemliyoruz. Şirketler ve küresel çapta işletmeler birden fazla ülkede yönetimde bir değişikliğe gitmeden, tek elden başka ülkelerdeki yönetim mekanizmalarını organize edebilmektedirler. Örneğin Türk bir yatırımcı ABD borsasında milyon dolarlar döndürebilirken, ABD’li bir yatırımcı da yine aynı şekilde Borsa İstanbul‘daki hisselerini İstanbul’a gelmeden de yönetebilmektedir.

Özetle tüm bu gelişmelere yakında  baktığımızda şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır: Ekonomik anlamda yaşanan tüm gelişmeler ve olaylar dünya ülkelerini birbirlerine yakınlaştırmakta, yerli ve yabancı yatırımlar birbiri içine geçmekte, şirketleri daha hızlı ve akışkan hale getirmektedir. Dolayısıyla üretim, iş gücü, satın alma bağlamında ulus-devlet sınırlarının ekonomik anlamda aşılıp küreselleştiğini söyleyebiliriz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.