Lübnan İç Savaş Süreci
1975 yılına gelindiğinde Lübnan’da yerli Lübnanların dahil olduğu farklı din ve mezhep gruplarının orantısal temsiline göre şekillenen ve kimi zaman gruplar arasında çıkar çatışmalarının görüldüğü bir siyasi yapı devam etmektedir. Bu duruma ek olarak Lübnan’ın bölgede yaşanan gelişmelerden oldukça büyük ölçüde etkilenen bir devlet konumunda olduğu görülmüş, bölgede yaşanan savaşlar ve çatışmalar neticesinde Lübnan’ın iç siyasetinde de sorunlar meydana geldiğine rastlanmıştır. 1948 Arap-İsrail Savaşı ve 1967 Arap-İsrail Savaşı neticesinden Ortadoğu’da ortaya çıkan Filistinli mülteciler durumundan en çok etkilenen ülkelerin başında Lübnan gelmektedir. Lübnan’a gelen Filistinli mültecilerin yanı sıra 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında Filistinli silahlı grupların ve 1970’ de Filistin Kurtuluş Örgütü’nün merkez yapılanmasının Ürdün’den şiddetle çıkarılıp Lübnan’a gelmesi, Lübnan içerisinde sorunlara neden olmuştur. Filistinli mültecilerden Sünni Müslümanlara vatandaşlık verilmediği çünkü vatandaş olan Sünni Müslüman sayısının arttığı takdirde din ve mezheplerin oranına göre belirlenen siyasi yapıda dengenin bozulmasıyla karşılaşılacağı öngörülmektedir. Sünni Müslümanların sayısının artması devlet başkanlığı gibi önemli siyasi konumlara sahip olan Hristiyan grupların olumsuz karşılayacağı bir durum olacaktır. Filistinlilerin Lübnan’da sorunlara yol açmasının bir diğer nedeni ise 1967 Arap-İsrail Savaşı ve 1970 “Kara Eylül” olayları sonucunda Lübnan’ın güneyine yerleşen Filistinlilerin Lübnan sınırları içerisinden İsrail topraklarına saldırmaları ardından İsrail’in Lübnan’a karşı saldırı gerçekleştirmesiyle birlikte Lübnan’ın yerli halkının da zarar görmesidir. Buna karşın Lübnan hükümeti ülkeden Filistinlilerin çıkarılması gerektiği yönünde politikalar izlerken Lübnan siyasetinde Müslüman ve Dürzi grupların Filistinlilere destek verdiği, bu sebeple Lübnan iç siyasetinde karşıtlıkların oluştuğu görülmektedir.
Lübnan’da bu politik ve demografik atmosferin hakim olduğu 1975 yılında 15 yıl süren bir iç savaş başlamış, bu iç savaş birçok farklı grubun dahil olduğu ve diğer devletlerin müdahalelerinin görülmesiyle birlikte iç savaşın derinleştiği ve şiddetlendiği görülmektedir. 1975 yılına gelindiğinde Dürzi siyasetçi Kemal Canpolat’ın muhalif Müslümanların da desteğini alarak Filistinlileri destekleyen tarafın öne çıkan isimlerinden biri olduğu buna karşın Maruni Hristiyan siyasetçiler Pierre Cemayel ve Camille Chamoun’un Filistinlilerin mevcudiyetine karşı çıkan ve siyasi yapıda Hristiyan baskınlığının devam etmesini isteyen grubun öne çıkan isimleri olduğu görülmektedir (Cleveland, 2015: 426).
1975’te Lübnan’da 15 yıl sürecek bir iç savaşı başlatan olaylar yaşanmış, bu tarihin ardından çatışmaların şiddetle ve hızlıca devam ettiği görülmüştür. 13 Nisan’da Lübnan’ın ayn er-Rummane bölgesinde çeşitli olaylar yaşanmış, bu olayların iç savaşı başlatan kıvılcım niteliğinde olduğu görülmüştür. Bölge halkı ve Filistinli bir komutan arasında sorun yaşandığı gün Hristiyan siyasetçi Pierre Cemayel bir kilisenin açılış törenine katılmıştır. Bu törende içlerinde Cemayel’in de bulunduğu topluluğa karşı silahlı saldırı gerçekleştirilmiş, bu saldırıdan Filistinli gruplar sorumlu tutulmuştur. Aynı gün Filistinlileri mülteci kampına taşıyan bir otobüse saldırı gerçekleştirilmiş, bu saldırıdan da Pierre Cemayel’in kurucusu olduğu ve Maruni Hristiyanları temsil eden Ketaib Partisi sorumlu tutulmuştur. Gerçekleşen bu bir dizi şiddet olayı neticesinde Filistin Kurtuluş örgütü militanları ve Maruni Hristiyan gruplar arasında çatışmalar yayılmaya başlamıştır. Nisan ayında başlayan bu çatışmaların Haziran ayına kadar sürdüğü, Haziran ayına gelindiğinde Filistin Kurtuluş Örgütü’nün çatışmalardan çekildiği görülmüştür. Ne yazık ki Lübnan’daki çatışmaların tek bir olaya veya ayrıma dayanmaması, Müslüman ve Hristiyan gruplar arasında başka sorunların da görülmesi gibi sebeplerle çatışmalar son bulmamış, Ağustos ayına gelindiğinde Müslüman gruplar ve Hristiyan gruplar arasından çatışmaların yeniden başladığı görülmüştür (Al Jaro, 2019: 41; Cleveland, 2015: 427-428).
Lübnan’da başlayan iç savaşın yayıldığının ve şiddetlendiğinin görülmesinin bölgedeki diğer ülkelerin dikkatlerinin Lübnan’a çekilmesine sebep olduğu görülmüştür. Tarihsel olarak Lübnan’ı topraklarının bir parçası olarak gördüğü ve Lübnan’da egemenlik sahibi olmak istediği yönündeki politikalarıyla bilinen Suriye devleti, Lübnan’daki iç savaşa müdahil olan ilk bölge devleti olarak görülmüştür. 1976 yılına gelindiğinde Ketaib Partisi’nin silahlı mensupları ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün militanları arasından çatışmaların var olduğu görülmüştür. Aynı yıl Suriye, iç savaşın taraflarını kendi arabuluculuğunda bir araya getirmek için bir girişimde bulunmuş fakat bu girişim barışın sağlanmasına yardımcı olamamıştır. Hem bazı Hristiyan grupların hem de Müslümanların Suriye’nin müdahalesine karşı çıktığı görülmüş fakat Lübnan hükümeti Suriye’yi barışı sağlaması için ülke topraklarına davet etmiştir. Yasal hükümetin daveti üzerine Suriye hükümeti ordusunu iç savaşın hakim olduğu Lübnan’a müdahale amacıyla göndermiştir. Suriye politik ve askeri dengeyi sağlamak amacı olduğunu söyleyerek Lübnan’a askerlerini göndermiş olsa da Lübnan’da kendi çıkarlarını göz önünde bulundurarak Maruni Hristiyanların yanında, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı cephede yer aldığına rastlanmıştır. Suriye’nin Lübnan müdahalesinin amacına ulaşamamış olması bir yana iç savaşı pekiştirdiği ve iç savaşın süresinin uzamasına neden olduğu görülmüştür. Ekim 1976’ya gelindiğinde diğer Arap devletlerinin girişimleriyle Suriye hükümeti ve Filistin Kurtuluş Örgütü arasında biz ateşkes anlaşması imzalanmıştır. Suriye ordusunun müdahil olduğu aktif çatışmaların yatışması üzerine Lübnan’da bir “Arap Caydırıcı Gücü” bulundurulmasına karar verilmiştir. İlerleyen zamanda Lübnan’da kimi zaman çatışmaların yatışmasına ve ülkede barış düzeninin yeniden kurulmasına dair umutlar görülse de yaşanan bazı olaylar çatışmaları yeniden şiddetlendirmiş, farklı grupların yeniden karşı karşıya gelerek silahlanmalarına neden olmuştur. Örneğin 1977’de Dürzi lider Kemal Canpolat’ın öldürülmesi sonucunda Canpolat’ın destekçileri bu olaydan Maruni Hristiyan grupları sorumlu tutmuş ve iki grup arasında çatışmalar sürdürülmüştür (Al Jaro, 2019: 45; Cleveland, 2015: 428-429).
İç savaş devam ederken 1978’de Lübnan topraklarından giden silahlı bir grubun İsrail’e bir saldırı gerçekleştirmesi İsrail’in Lübnan’ın güneyine askeri birlikleriyle girmesine neden olmuştur. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün militanlarının çoğunluklu olarak bulunduğu Güney Lübnan’da, İsrail ordusunun bölgeye girmesiyle birlikte İsrail ordusu ve Filistin Kurtuluş Örgütü arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı görülmüştür. İsrail hükümeti Güney Lübnan’dan Filistinli silahlı gruplar tamamen çıkarılmadığı takdirde saldırıları sonlandırmayacağını duyurmuş, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün İsrail’in saldırıları karşısından direniş göstermesi üzerine İsrail saldırıların şiddetini arttırmıştır. İsrail-Filistin çatışması Lübnan toprakları üzerinde bu şekilde devam etmiştir. 1982 yılına gelindiğinde İsrail saldırılara karşı yeniden Lübnan topraklarına askeri birliklerini göndermiş, bu kez Lübnan’ın başkenti Beyrut’a kadar ilerleyerek Beyrut’ta etkin olmuştur. İsrail’in bu işgalinin birçok yerli Lübnanlının ve Filistinlinin hayatını kaybetmesine neden olduğu görülmüştür. Yaşanan çatışmaların ardından İsrail 1983’te Lübnan’dan askerlerini çekmeye karar vermiş, çekilme ancak 1985 yılına gelindiğinde gerçekleşmiştir ve Lübnan’ın güneyinde bir grup İsrail askerinin mevcudiyetinin bırakıldığı bilinmektedir (Al Jaro, 2019; Cleveland, 2015).
İç savaşın ilerleyen yıllarında Suriye hükümetinin Lübnan üzerindeki etkisinin devam ettiği hatta bu etkinin güçlendiği görülmüştür. Suriye ile birlikte diğer Arap devletlerinin Lübnan’daki iç savaşın sonlandırılmasına yönelik girişimleri kimi zaman görülmüştür. 1989 yılına gelindiğinde 10 yılı aşkın süredir devam eden bir iç savaşın izlerinin yoğun bir şekilde görüldüğü Lübnan’da din ve mezhep gruplarının temsiline dayanan ve krizlerin yaşandığı siyasi yapı nedeniyle devlet otoritesi güçlü bir şekilde kendini gösterememekte, iç savaşın sonlandırılmasında etkili olamamaktadır. Bu durumun görüldüğü Lübnan’da iç savaş halinin süresinin uzaması iç savaşa müdahil olan ve çatışmaları pekiştiren çeşitli grupların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Örneğin Şii Müslümanların kurduğu EMEL Partisi ve Hizbullah, Lübnan’da Şii Müslüman grupların silahlanarak iç savaşa müdahil olması durumunu meydana getirmiştir (Al Jaro, 2019; Cleveland, 2015).
Şiddetli çatışmaların hız kesmeden devam ettiği Lübnan’da barış düzeninin sağlanması bölgedeki diğer Arap devletlerince gündeme getirilmiştir. 1989 yılında Arap Birliği öncülüğünde Lübnanlı siyasetçiler bir araya gelmiş, Lübnan’da yeni bir düzenin kurulması amacıyla görüşmeler gerçekleştirmiştir. Suudi Arabistan’ın Taif kentinde görüşmeler yapılmış, Lübnan’ın iç siyasetine dair bazı değişiklikler üzerinde anlaşılarak Taif Anlaşması imzalanmıştır. Örneğin daha önce mecliste 6 Hristiyan temsilciye karşın 5 Müslüman temsilcinin olması gerektiği sistem değiştirilmiş parlamentoda Hristiyan ve Müslüman temsilci sayılarından eşitlik olması gerektiği kararına varılmıştır. Devlet başkanının Maruni Hristiyan olmasının gerekliliği devam ederken Sünni Müslüman olan başbakanın yetkileri arttırılmış, Şii Müslüman olması gereken meclis başkanının görev süresi uzatılmıştır. Taif Anlaşması’yla birlikte görülen en önemli düzenleme Lübnan’da Suriye’nin etkisinin artmasına zemin hazırlanmış olmasıdır. Bu anlaşmayla birlikte 15 yıl süren bir iç savaşta yıkıma uğrayan Lübnan’da barış düzenin sağlanması ve korunması için Suriye vesayeti öngörülmüş, bu durum Lübnan’ın yeniden barış düzenine geçmesinde katkı sağlamış olsa da Lübnan’da siyasi yapının sahip olduğu potansiyel krizlerin ve çıkar çatışmalarının engellenmesinde pek etkin olamadığı söylemek mümkündür. Taif Anlaşması Lübnan’da siyasi yapıya anayasal boyutta değişiklikler getirmesi açısından oldukça önemli olsa da bu anlaşmanın hükümlerinin tamamen uygulanmadığı görülmüştür (Altunışık, 2007: 6, SETA, 2006: 11).