Osmanlı Tarihi

Araplar Osmanlı’ya Neden İsyan Etti? İsyanın Arka Planında Neler Vardı?

Arapların Osmanlı Devleti’ne olan ihanetleri Türk tarihi açısından sansasyonel içeriklerle ve asılsız birçok iddialarla doludur. I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin desteklediği Arapların kitleler halinde Osmanlı’ya karşı bağımsızlık savaşları pek çok romana konu olmuş ve araştırmacılar tarafından da defalarca analiz edilmiştir. Araplar Türklere isyan etmiş ya da Türklere ihanet etmiş midir? İhanetin arka planında neler vardır? İsyan veya ihanetin sebepleri ve altında yatan asıl nedeni nedir? Tüm bu soruları objektif çerçevede değerlendireceğimiz bu yazıda ilk önce I. Dünya Savaşı öncesinde İttihat ve Terakki’nin üst düzey görevlilerinden  olan Cemal Paşa’nın bölgedeki tutumundan, icraatlarından başlayacağız

Cemal Paşa ve Arap Milliyetçiliği

XIX. Yüzyıl başlarından itibaren, Ortadoğu’da Osmanlı’ya karşı örgütlenen Arap milliyetçilerin çalışmaları bir hayli mesafe katetmişti. Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanmak isteyen Arap milliyetçilerinin kaleleri o zamanki Beyrut, Şam ve Halep gibi Hristiyan nüfusunun yoğun olarak yaşadığı yerlerdi. Arap milliyetçileri bu yerlerdeki Hristiyan misyonerlerin açtıkları okulda eğitim görmüş ya da eğitim için İstanbul’a giden öğrencilerden oluşuyordu. Aynı zamanda Osmanlı ordusu içinde de Osmanlı’dan ayrılma taraftarı Arap milliyetçilerinin sayısı ise hayli fazlaydı.

19. Yüzyıl başlarından sonra, özellikle Fransız Devrimi’nin etkisiyle milliyetçi duygular çerçevesinde hareket eden Arap milliyetçileri, eğitimlerini yabancı okullarda ve İstanbul’da tamamladıktan sonra Arap edebiyatına, siyasi tarihine ve diline büyük eğilim gösterdiler ve yaptıkları bu çalışmalar Arap milliyetçiliğinin temellerinin atılması bakımından oldukça önemliydi.

Bölgenin siyasi alt yapısı bu haldeyken 1914 yılında Cemal Paşa, Suriye’deki iç karışıkları engellemek ve bölgedeki İngiliz ilerleyişini durdurmak maksadıyla Şam’a vali olarak atandı. Cemal Paşa, Şam’a vali olarak atandığı 1914 yılında bölgedeki Arap milliyetçileri, örgütsel anlamda hatırı sayılır bir konumdaydılar. Cemal Paşa’nın (solda) Şam valiliği Ağustos 1915’e kadar ufak tefek sıkıntılar haricinde yürümüştü. İngilizlere karşı düzenlediği Şubat ve Ağustos’taki saldırılarda başarısız olan Cemal Paşa’nın otoritesi, valiliğini yaptığı Şam ve diğer bölgelerde otoritesinin sarsılmasına yol açtı. Cemal Paşa, otoritesini sarsan bu yenilgilerin ardından hem Müslümanları hem de Hristiyanları ezen bir politika izlemeye başladı. 1915 yılından 1916 yılının Nisan ayına kadar aralıklarla bir dizi tutuklamalar ve göz altılar gerçekleştirildi.

Aliye Kasabası Olayları

Suriye’ye bağlı Aliye kasabasında İngilizlerle işbirliği yaptığı gerekçesiyle 500’ün üzerinde kişi tutuklandı. Tutuklananların arasından 200’e yakın Arap, yargılanmak üzere kurulan mahkemeye çağrıldı. Fakat yargılananlar arasından sadece üç kişi idama mahkum edildi. Mahkemede yargılanan diğer Arapların bazılarına gıyaben idam, kalebentlik ve kürek cezası gibi hafif cezalar verildi. Cemal Paşa mahkemenin verdiği bu karara itiraz etti ve mahkemenin tüm yetkilerini üstüne alarak idam edilen üç kişinin yanı sıra 23 kişinin de idamına karar verdi. Cemal Paşa’nın yargısı sonucu idam cezasına mahkum edilenler Şam ve Beyrut olmak üzere iki şehrin meydanında, halka açık bir şekilde idam edildiler. İdam cezasına çarptırılanlar arasında Arap aşiretleri liderleri, milletvekilleri ve birçok örgüt kurucusu ve mensubu da da vardı. İdama mahkum edilenler;

Abdulhamid Ez-Zehvari (Hama milletvekili)
Şefik Bey El-Müeyyed (El-İhaü’l Arabi’nin kurucusu)
Şükrü Bey El-Aseli (El-La-Merkeziye üyesi)
Abdülgani El-Arisi
Seyfüddin El-Hatib
Mahmud El-Mahmesani
Salih Bey Hayder
Abdülvehhab El-İngilizi)
Refik Rızk Sellum
Ömer Hamd, Arif Eş-Şehabi
Abdülkerim El-Halil
Şeyh Ahmed Tabbare
Emir Ömer El-Cezayiri
Ali Efendi El-Erkenazi
Hafız Bey El-Es’ad
Alber Humsi
Mahmud El Acem
Naif Efendi Tellu
Muhammed Müsellem Bin Abidin
Said Efendi El-Keremi
Selim El-Ahmed Abbdülhadi
Selim Bey El-Cezairi
Emin Lütfi Bey
Abdülkadir El-Hursa
Rüştü El-Şem’a
Muhammed El-Şanti
Corci Haddad
Said Akl
Petro Pavli
Baytar Ali
Nuri EL-Kadi
Tevfik El-Besat
Celal-El Buhari

Cemal Paşa bölgede idamlara ve infazlara hız kesmeden devam etti. Şüphelendiği ya da hakkında suçlamalar olan bölgenin ileri gelenleri de dahil yaklaşık 2000 kişiyi Anadolu ve Rumeli başta olmak üzere farklı coğrafyalara sürgüne gönderdi. Sürgüne gönderilenler arasında Osmanlı Devleti’ne yakınlığı ile bilinen Arap aileler olsa da Cemal Paşa kararından dönmedi ve sürgünlere, idamlara ve infazlara devam etti.

”Cemal Paşa’nın Suriye ve Lübnan’da bölgede önemli imar ve eğitim faaliyetleri de yürüttü. İmar faaliyetlerinin önemli bir bölümünü İngilizlere karşı yürütmeyi planladığı Kanal Harekatı’na hizmet edecek karayolu ve demiryolu inşaatı idi. Bu kapsamda 650 kilometre yeni yol yapıldı. 450 kilometre eski yol tamir edildi.

Cemal Paşa ayrıca 500 kilometre yeni demiryolu inşa ettirdi ve Yafa-Kudüs hattını Hicaz Demiryolu’na bağladı. İsviçreli şehir planlamacısı Zürcher’in, IV. Ordu mıntıkasında kalan şehirlerde hayata geçirdiği projeleri destekledi.

Cemal Paşa, 1916 yazından itibaren Halide Edip (Adıvar) Hanım’la birlikte Suriye ve Lübnan’da bir dizi okul açtı. Cemal Paşa 1922 yılında Gürcistan’ın Tiflis şehrinde Ermeni komitacılar tarafından öldürüldü”

Ayşe Hür, ‘Öteki Tarih’, Profil Yayıncılık, 2012, s.221.

Cemal Paşa’nın Şam’daki faaliyetleri halihazırdaki Arap milliyetçiliğini iyiden iyiye körükledi ve isyan çok geçmeden tüm Arap coğrafyasını içine alan kapsamlı bir başkaldırıya dönüştü. Osmanlı Devleti böylece Yavuz’dan beri hakimiyeti altında tuttuğu coğrafyayı yıkıcı tutumları nedeniyle, çok daha hızlı bir şekilde kaybetmeye başladı. I. Dünya Savaşı bitiminde ise neredeyse tüm Ortadoğu, Osmanlı’nın siyasi ve kültürel egemenliğinden bağımsızlığını ilan etmişti. İsyan sadece Cemal Paşa ve Osmanlı devlet adamlarının politikalarından kaynaklanıyor olabilir miydi? Tek başına bu sebebin yeterli olması için bölgedeki Arap halkına yapılan zulmün Cemal Paşa gibi devlet adamları tarafında asırlardır yapılıyor olması gerekirdi. Oysa isyanın altında yatan sebep Cemal Paşa ve tarzındaki politikadan çok daha farklıydı. İsyanın arka yüzünü birinci ağızdan, Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah’ın ağzından dinleyelim;

”O günün Asitane’si bugünün İstanbul’u bana hep İslam toplumları arasındaki kavmiyetçilik çekişmelerini hatırlatır. Türklere ‘Hepimiz ehl-i İslamız diyecek olsak, ‘Öyle ama biz yöneticiyiz siz tebaasınız diyorlardı. Biz ne zaman ‘Biz ve siz…’ diyecek olsak, ‘Sizler ihanet edip isyan çıkardınız’ diye cevap veriyorlardı.

Namaz bizim namazımızdı, Kitap bizim kitabımızdı. Şehadet kelimesi dinimizin esası, zekat vergimiz, oruç perhimizdi ve hac bizim memlekette yapılıyordu ama başımızdakiler daha okuduklarının anlamını bile bilmiyorlardı. Bir Arap alim, doğru dürüst Arapça bilmeyen, herhangi bir fıkıh kitabını okumamış kişinin arkasında saf tutmaya mecbur kalırdı.

İşte böyle varlık içinde yokluk; yokluk içinde varlık söz konusuydu. Bizler üstün olduğumuz halde hakir görülürken, hakir görülmesi gerekenler tepemize çıkıyordu.

1876 tarihli Kanun-i Esasi’nin yenilendiği son Osmanlı inkılabı sırasında (1908), sultanın hakimiyeti, kendisinin de mensup olduğu unsurun ön plana çıktığı milli bir hakimiyete dönüştü. Diğer unsurlar ve bölgeler bu yönetici unsura tabi hale geldi.

Anayasal yönetime geçen Türkler, diğer unsurların yapısını bozmak ve kendi yönetimleri için tehlike olacak şeyleri bertaraf etmek maksadıyla bir Türkleştirme (tetrik) politikası izlemeye başladılar. Türkler bunu yaparken, İmparatorlukta İslam’ı kabul eden diğer unsurların kendilerinden kalabalık olduklarını fark etmişlerdi.

Bundan sonra her millet içinde çeşitli partiler ve kulüpler kurularak hak talebi için mücadele başladı. Osmanlı meclis seçimlerinde sadece Türk ve İttihatçı olanların seçilmesi için Türklerin İttihat ve Terakki Fırkası baskı uyguladı. Bu baskılar sonucunda Araplar ve imparatorluğu meydana getiren diğer milletler yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını anladılar. Arnavutluk’ta, Durzi dağlarında ve Kerek’te ayaklanmalar çıktı.

Kral Abdullah, Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik? Klasik Yal., 2006

Ürdün Kralı I. Abdullah ve Atatürk, 1937

Kral Abdullah’ın Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik adlı kitabından alıntılanan bu bölüm, Arapların Türklere (Osmanlı’ya) nasıl baktıklarını, Osmanlı devlet adamlarının bürokrasideki usulsüzlükleri ve başlıca diğer negatif ayrımcılıklarını dile getirmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında Arapların Osmanlı’ya ihanetlerinin haklı sebeplere dayandığını öne sürebiliriz. Fakat 18 Haziran 1913 tarihinde toplanan Paris Arap Konferansını, Arapların Türklere neden isyan ettiğini anlamak için bilmek zorundayız. Paris Arap Konferansı’nda ne oldu?

Paris Arap Kongresi

Paris Arap Kongresi, Osmanlı Devleti’nden ayrılmak isteyen Arap milliyetçilerinin ilk önce Beyrut’ta toplanmak istemesi fakat daha sonra İstanbul hükümetinin izin vermemesi üzerine 18 Haziran 1913’te, Paris’te toplanmış bir kongredir. Kongrede Müslüman Arapların yanı sıra Hristiyan Araplar da vardı. Kongre uzun süre toplanma şekli ve yeri açısından eleştirilere maruz kalsa da kongrenin bitiminde Arapların Osmanlı Devleti’nden birtakım istekleri vardı ve bu istekleri o zamanki İttihat ve Terakki yönetimine telgraf çekmişlerdi. Arapların Osmanlı’dan istedikleri arasında;

  • Arap vilayetlerinde ilk okul ve orta okul öğretimi Arapça olarak yapılacak,
  • Vali dışında tüm üst düzey görevli ve devlet adamı Arapça bilmek zorunda olacak,
  • Osmanlı Devleti’nde kurulacak herhangi bir kabinede en az 3 Arap bakan yer alacak,
  • Askerler memleketlerine yakın yerlerde askerliğini yapacaktı.

İttihat ve Terakki yönetimi Araplara bu kongrede alınan kararların uygulanacağı sözünü vermişti. Fakat ilerleyen süreç Arapların bu istediklerinin asla sonuçlanmayacak bir istek olduğunu anlamasıyla son buldu. Araplar geçiştirilmeye çalışılmıştı ve bu geçiştirme Araplardaki, özellikle Hristiyan Araplardaki Osmanlı nefretini ve Arap milliyetçiliğini iyice körükledi. İttihatçıların bu politikası hakkında Zekeriya Kurşun’un Yol Ayrımında Araplar ve Türkler adlı kitabında şöyle bir yer geçer;

”Yayınlanan iradenin muhteviyatı vakıflar, dil meselesi ve askerlik ile ilgilidir. Bunlar ise zaten kongreden daha önce 5 Mayıs’ta yayınlanmış olan Vilayetler Kanunu‘nun tekrarından ibarettir. Yoksa İttihatçılar asla sistemlerinden vazgeçmiyorlardı.”

Tüm bu kaynaklar gösteriyor ki Araplar hiçbir sebep yokken isyan etmemişler. Hristiyan Arapların her ne kadar Osmanlı’dan bir an önce ayrılmak istemelerinin aksine Müslüman Arapların bu konuda tereddütte kaldıkları apaçık ortadaydı. Hristiyan Arapların bağımsızlıkta bu kadar diretmelerinin temel sebebi ise tamamen dini faktörlere dayanıyordu. Öte yandan İttihat ve Terakki yönetiminin Arapları geçiştiren politikası, daha sonra Cemal Paşa‘nın Şam valiliği sırasında yapmış olduğu olumsuz ve yıkıcı etkiler Araplar içerisinde halihazırda mevcut olan milliyetçiliği ve isyanı daha da kızdırdı. Arapların tek düşündüğü şey ”Türklerden nasıl kurtuluruz” olmuştur. Tam bu esnada, tesadüfen değil tamamen bilerek, İngilizler de oradaydılar. Araplar İngilizlerden yardım istediler, bu İngilizler için bulunmaz bir nimetti ve bunu kullanmasını çok iyi bildiler. Bunun sonucunda Şerif Hüseyin, ünlü Lawrence ‘in (altta) de önemli katkıları olduğu Büyük Arap İsyanı‘nı başlattı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.