Siyaset

Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanı mı?

Bir önceki yazımızda Büyük Ortadoğu Projesinden söz etmişti. Yazının anlaşılması açısından ilk yazımızı okumanızı öneririz.

Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı olduğu gerçeğine pek çok videoda şahit olmak mümkün. Kendisinin Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı olduğu, yine kendi ağzından çıkan kelimelerle teyit ediliyor.

Amerikalıların Genişletilmiş Ortadoğu Projesi ismini verdikleri bu projenin eş başkanı Erdoğan. Nasıl mı? Önce süreci ifade edelim.

28 Şubat Süreci

Erdoğan ve daha doğrusu siyasal İslamcıların iktidarda kalabilmesi ve iktidar olabilmesi için öncelikli gereken bir operasyondu. Bir darbeyle ya da bir operasyonla ülkedeki siyasal düzen, sağ cenahın istediği gibi ilerleyecek ve muhafazakar kesim mağdur edilerek haklarından mahrum bırakılmaya çalışılacaktı. Bu sürecin sonunda ise bir ”kurtarıcı” yaratılacak ve bu kurtarıcı ülkedeki muhafazakar kesimin sesi olacaktı. 80’lerden sonra artan sağ İslami cephenin 2003’e kadarki en önemli temsilcisi Refah ve Fazilet’in başkanı Necmettin Erbakan olmuştu ancak Erbakan bu büyük plan için ne uygun bir kişilik ne de kolay tahakküm altına alınabilecek bir karakterdi. Sürecin sonunda Adalet ve Kalkınma Partisi, milli görüş tabanından da destek bularak kurulmuş ve girdiği ilk seçimden (1 Kasım 2002) zaferle ayrılmıştı. Bu tarih, aynı zamanda Türkiye için yeni bir dönemin kapılarını ardına kadar açmıştı.

11 Eylül Olayları

Büyük Ortadoğu Projesinde, eksik olan en önemli unsur, küresel bir olayın olmayışıydı. Zira hedeflerin gerçekleştirilmesi için birilerine haklı bir sebep verilmesi gerekiyordu ki bu gerekçe fazla gecikmeden Amerika’nın orta yerinde, dünya piyasalarının atardamarı olan İkiz Kuleler’de gerçekleşti. Bu saldırılardan sonra ABD, kendisine ilahi bir misyon yükleyerek ve kendisini haklı çıkaracak deliller ortaya sunarak dünyada kendisinin ilan ettiği terör örgütlerini ve şer ekseni olarak ifade ettiği devletleri ortadan kaldıracaktı. Nitekim Şer Ekseni olarak nitelendirilen devletlerden biri Irak’tı. Süreçte neler yaşandı kısaca göz atalım;

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush, 11 Eylül Sonrasında yaptığı bir konuşmada ”Ya bizimlesiniz, ya da teröristlerle” şeklinde dile getirdiği siyaset dahilinde terörle mücadele adına devlete temel demokratik hak ve özgürlükleri bile çiğneme hakkı tanıyan ”PATRIOT Yasası” çıkardı, Kasım 2002’de ise ”İç Güvenlik Bakanlığı” kuruldu. Kısa bir süre sonra da ABD, Gönüllüler Koalisyonu ile Saddam rejimi altındaki Irak’ı işgale başladı.

Arap Baharı

Tunus’ta bir seyyar satıcı olan Buazizi’nin kendisini ateşe vermesi sonucu başlayan eylemler, domino taşı etkisi yaratarak tüm Arap ülkelerinde demokratikleşme sürecini başlattı. Başlayan süreçte radikal devrimler yaşanırken hiçbir Arap halkı, istediği demokratik yönetimlere kavuşamadı. Çıkan olaylarda yüz binlerce kişi hayatını kaybederken devrik liderlerin yerlerini meşru ve Amerikan himayesi altındaki meşru ancak eski devrik liderler kadar diktatör kişiler aldı.

Suriye İç Savaşı

Beşşar Esad’ın ”kardeşim Esad”dan ”katil Esad’a geçiş sürecinde Suriye İç Savaşı tek önemli sebep. 20 milyona yaklaşık nüfusunun önemli bir kısmını iç savaşta ve göçlerde kaybeden Suriye’de içerideki olaylar ise tam anlamıyla kaostu. Kimin hangi tarafı desteklediği, kimin hangi ülkenin uçağını düşürdüğü, kimin kimi öldürdüğü ve daha da önemlisi savaşın kimin kazandığı belli olmayan bu savaş, 857 kilometre sınırımızın bulunduğu Suriye’de yaşandı ve bu olay, şüphesiz ki Türkiye’nin de siyasetine yön verdi. Ahmet Davutoğlu’nun Neo-Osmanlıcılık ve yumuşak güç politikaları stratejik derinliklerde kaybolurken Türkiye, sonunu bilmediği kör bir bataklığa doğru sürüklendi ve tıpkı Körfez Savaşı’nda olduğu gibi bir mülteci dalgası yayıldı ancak bu, öncekinden çok daha büyük ve etkisi sosyo-kültürel açından çok daha derindi. Suriyeli sığınmacılar, ülkeye girişinden itibaren Türkiye’deki ırkçılığın da yükselmesine neden oldu ancak AKP’nin mülteci yanlısı politikaları nedeniyle tepeden inme bir zorunluluk ile mülteciler toplumla entegre edilmeye çalışıldı. Suriyelilere vatandaşlık ve kamusal haklar verildi.

Bu dört olay, Türkiye’nin konumu itibariyle özellikle Suriye İç Savaşı’nı düşünürsek hemen sınır başında yaşanmış olaylardı. Sirayet, çevreden merkeze doğru ilerlerken politikalar ise bunun daha sistemli gerçekleşmesine ve hatta hissedilmeden faaliyete geçmesine imkan sağladı. Kısa bir sürede ülkenin demografik yapısı, ters yüz oldu. Bu durum nüfusun önemli bir kısmı tarafından rahatsızlıkla karşılansa da iktidarın ve temsil ettiği kitlelerin ”oy birliği” ile kabul edildi. Büyük Ortadoğu Projesi ise aktörleri tarafından başarıyla uygulanıyor, taşlar yerine yavaş yavaş oturuyordu. Bu sadece küçük bir başlangıç ve bu başlangıcı çok daha büyük bedeller ödemek zorunda kalacağımız orta seviyeler bekliyor olacak.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.