AraştırmaTarih

Kısaca Osmanlı Ekonomisi: Tarım ve Hayvancılık

Osmanlı Devlet kuruluşundan yükselişine kadar ekonomisi için önemli olan bir araç da kesin olarak tarım ve hayvancılıktı. Tarımsal üretimin bazı bölgeler için birinci geçim kaynağıydı. Nüfusun çoğunluğu da köylerde yaşıyordu, tarım ve hayvancılıkla uğraşan kişiler nüfusun %90’nını oluşturmaktaydı. Kasaba ve şehirlerde yaşayanlar bu aralarda %10 olsa da 19. Yüzyıla gelindiğinde nüfusun %20’sıni oluşturmuştur. Osmanlı Devleti içerisinde bulunan tarım faaliyetleri küçük ve kapsamlı olmayan üreticilere dayanmaktadır. Bunun başlıca sebeplerinden biri ise siyasi nüfuza sahip olunmaması için büyük toprak mülkiyetlerinin önüne geçilmesi olmuştur. 17-18. Yüzyıllardan sonra ortaya çıkan ayan çiftlikleri ve büyük üreticiler olmasına karşın üretim küçük işletmeciliklerde sınırlı kalmıştır. Öyle ki İstanbul’un harcama ihtiyacının fazla olması ve üretilen ürünlerin çoğunun oraya harcanmasına ve önceliğin oraya yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Sarayın ihtiyaçları ve askeri gıda ihtiyaçları da yine ziraat üzerinden karşılanıyor, verginin de birçoğu bu yollarla elde ediliyordu. Bu tür tarım işletmecilerin üretmiş oldukları buğday gibi tahıl ürünleri gibi hububat ve hayvan ürünlerinin en iyi imal yerleri değirmenler olmuştur. Bu ürünler genel olarak su değirmenlerinde öğütülüyor, özelinde ise buğday ve arpa öğütülerek un haline getiriliyordu. Hayvansal gıdalardan olan, süt ve süt ürünlerinde ise bu tarz bir üretim yerinden daha çok kişisel üretime bağlı bir satış mevcuttu, Yörük ve diğer topluluklar bu tarz ürünleri yapıyor ve yakın pazarlarda satışa sunmaktaydı. Bununla birlikte farklı olarak Anadolu ve Rumeli’de yaygın olan bir diğer ürün ise susamyağı ve tahin gibi ürünlerdi. Bunlar da tahumhane ve bezirhanelerde üretilmekteydi. Fakat genel olarak bakıldığında Osmanlı Devleti, Avrupa’nın sanayi devrimi sonrasında yaşamış oldukları gelişimleri takip edemediği görülmektedir. Öyle ki İngiltere 18. Yüzyılın başlarına gelindiğinde sömürge ve sanayi yarışı içerisinde yerini almaya başlamış, onu diğer Avrupalı ülkeler takip etmiştir. Bu yarış içerisine dahil olmayan Osmanlı Devleti hem savaşlarla diğer ülkelerle mücadele etmeye çalışıyor, hem de ekonomisini güçlü kılacak farklı alternatifler arıyordu. Böylelikle 1838’de Serbest Ticaret Antlaşması ile birlikte İngiltere ile bir ticaret anlaşması imzalamış oldu. Ardından ise Fransa ile çeşitli antlaşmalar imzalandı. Fakat bir artı yönü ise bu yarış içerisinde nüfusu ve harcamaları artan Avrupa için Osmanlı, tarım ürünlerini Avrupa’ya ihraç ederek çeşitli kazanımlar elde etti. Giderek artan hammadde ihtiyacına karşılık Osmanlı da buna karşılık verebilecek yöntemler geliştirmeye gayret etti.


Demir yollarının da gelişimi ile bu gıda alışverişi hem Anadolu içerisinde hem de denize kıyı olan liman şehirlerine hızla devinim yapmaya devam etti.
Osmanlı ihtiyacın artması ile birlikte, bu ihtiyaçların daha iyi karşılanması için çiftçiye çeşitli destekler vermiştir. Bunun için Devlet Sandıklarını kurdu ve çiftçiye kredi imkânı sundu. Daha sonra bu Ziraat Bankasına devredildi. Yine daha çok ticari anlamda gelişim gösterebilmek için Ticaret ve Ziraat Odaları her vilayete kurulmaya başlanıldı. Böylece üretimin artması ve bu üretimin giderek daha fazla yerlere gidebilmesi sağlanıldı. Süveyş Kanalı ile birlikte deniz ticaretinin artması ve bu yolla ihracatın artması hedeflenildi. Sanayileşme ve seri üretimin artması için oldukça önemli katkılar sunan bu gelişmeler
Osmanlı ekonomisi için oldukça ehemmiyetli alanları oluşturmuştur. Böylece İzmir gibi Batı şeridimizde bulunan şehirlerde zeytinyağı afyon, meşe palamudu, üzüm, tütün, pamuk, incir gibi ürünlerin üretimin artması ile bu bölgeler bu tarz zirai ürünlerinin ihracat merkezi
boyutuna geldi.

Genel itibari ile değerlendirildiğine, Osmanlı kuruluşu ve yaşayış kültürüne bakıldığında tarım ve hayvancılığı temel geçim kaynağı olarak görmüştür, sonrasında bunlara deniz ticareti de eklense de bunun etkileşimi diğerleri kadar hızlı ilerlememiştir. Devlet yetkilileri de bu önemli ekonomik kaynağın gelişimi ve elde tutulması için çeşitli destekler vermiştir. Örneğin; tımarlı sipahilerin topraklarını terk etmemeleri ve mutlaka toprağını ekip ürün elde etme zorunluluğu, merkeze taşradan tarım ürünlerinin ve süt ürünlerinin gitmesi ve bunu oradan sağlamış olmaları, sonraki dönemlerde çiftçiye sağladıkları hibe ve kredi imkanları, küçük işletmeler açılması (hayvancılık için çeşitli bölgelerde açılan deri ve yün işletmeleri, tiftik keçisi; bunun dünya pazarına sunulması), kumaş fabrikalarının ve buna bağlı küçük işletmelerin teşvik ettirilmesi gibi gelişmeler, Osmanlı Devleti’nin tarım ve hayvancılığa önem verdiğini bu bağlamda bunu belirli bir düzene soktuklarını göstermektedir. Bu ise sonraki süreçlerde, Avrupa’da Sanayi Devriminin başlamasıyla birlikte Osmanlı’nın da seri üretime geçip fabrikalaşmasının önünü açmış, geçmiş birikim ve yöntemleri ile Osmanlı gıda ve hayvancılık üretiminde kendini geliştirmeyi %100 olmasa da başarmıştır.

Kaynak

  • Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitapevi, 13. Baskı, Mart
    2019, s. 143
  • Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Tarihi, Paradigma Yayınlarıi,
    İstanbul, 2012.
  • Arzu Tozduman Terzi, Osmanlı Sosyal Tarihi, Tarih Lisans Programı, İstanbul
    Üniversitesi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.