Tarih

Geçmişten Günümüze İstanbul’da Meydana Gelen Kıtlıklar

Bizans döneminden beri, büyük bir tüketim merkezi olan İstanbul’un iaşe sorunu her zaman büyük önem taşımış; sık sık da kıtlığa, hattâ açlığa varan bunalımlara yol açmıştır.

Başta gıda maddeleri olmak üzere, çeşitli ihtiyaçların giderilmesi için ülkenin pek çok yöresinden, bazen çok uzak yollardan, çoğunlukla denizaşırı yerlerden getirilen ürünlere ve hammaddelere bağımlı olan İstanbul’da, kıtlıkların ülkenin diğer yörelerine ve kentlerine oranla daha büyük sorunlara, toplumsal patlamalara yol açmış olması doğaldır. Osmanlı döneminde, bu gerçeğin farkında olan yöneticiler, kentte büyük kıtlıklar ve darlıklar yaşanmaması için, her dönem sıkı önlemler almaya çalışmışlar, ancak çoğu kez bunu başaramamışlardır.

İstanbul’da tarih boyunca yaşanmış darlık ve kıtlıkları iki ana grupta toplamak mümkündür. Daha kısa süreli darlıklar ve geçici hammadde kıtlıkları, kenti etkileyen zelzele, soğuk kışlar, yangınlar, su baskınları gibi afetlerin sonucunda çıkmış; kent içindeki stokların tahrip veya yok olması ya da dışarıdan mal akışının geçici olarak kesintiye uğraması sonucunda yaşanmıştır. Bütün Osmanlı dönemi boyunca, özellikle kentin en önemli bölgelerini yıkıp geçen yangınların sıklığı düşünülecek olursa, bu türden sıkıntıların pek de seyrek sayılamayacağı anlaşılır. Yine, Bizans döneminde kuşatmalar, Osmanlı döneminde ise savaşlar, iaşesi hemen hemen tümüyle dışa bağımlı olan kentte kıtlık ve açlık yaratan, ama yine de sistemin organik parçası olmayan arızi kıtlık nedenleridir.

Kentin tarih boyunca yaşadığı, belli olaylara bağlı ve geçici (konjonktürel) olmayan, İstanbul’un Osmanlı sistemi içindeki yerinden, Osmanlı tarım ve toprak rejimi ve bunun çözülmesinden, ekonominin örgütlenme biçiminden, yani yapısal nedenlerden doğan ve bazı yüzyıllarda kronikleşen kıtlıklar ise kenti dönem dönem gerçekten sarsmıştır.

Kıtlıkların en temel ve yapısal nedeni olan, kent dışına, özellikle de uzak yerlere bağımlılık; savaşlar, kuşatmalar, ürünün çıktığı yöredeki kuraklık, karayollarının güvensizliği ve kötülüğü, denizyollarında zahire ve hammadde yüklü gemilerin karşılaştığı korsan yağması veya fırtınalar, yine yolları kapayan sert kışlar, seller gibi çok çeşitli nedenler, kentte zaman zaman açlığa varan büyük kıtlıklar çıkmasına neden olmuştur. Öte yandan Osmanlı toprak düzeninin daha 17. yy’dan (hattâ bazı yerlerde 16. yy’ın son çeyreğinden) başlayarak çözülmesi, reayanın, hattâ tımarlı sipahilerin topraklarını işleyemez hale gelmeleri, “çift bozmaları”, kuraklık vb nedenlerden daha az etkilenen ve tahıla göre daha kârlı sayılan hayvancılık (et üretimi) için bazı yerlerde tarlaların meralara çevrilmesi; 16. yy’ın sonlarından başlayarak 17. yy’ da şiddetlenen ve 18. yy’ın başlarınada devam eden, Anadolu’yu kasıp kavuran, yüz binlerce köylünün topraklarını yurtlarını bırakıp kaçmalarına, tarımsal işgücünün azalmasına neden olan Celali isyanları ve bunları izleyen “Büyük Kaçgun(kaçış)” dönemi tarımsal üretimi düşürmüş, İstanbul’a tahıl nakli büyük ölçüde aksamıştır.

Bunlara kentin özellikli yapısı nedeniyle nüfusunun zaten her dönem fazla olması; ülkenin diğer yerlerindeki kıtlık, siyasal, toplumsal kargaşa vb nedenlerle bütün engellemelere rağmen istanbul’a sürekli nüfus akışı bulunması eklenirse, kentin kıtlık ve darlıklarla sık sık ve acı biçimde karşılaştığı anlaşılır.

İstanbul, özellikle gıda maddeleri tüketimi açısından bütün Osmanlı dönemi boyunca ülkenin diğer kentlerine göre hep birinci sıradadır. Darlık ve yokluğun en yaşamsal olduğu maddeler ise, doğal olarak tahıl (başlıca buğday), et, yağ, daha sonra da zeytinyağı, sabun, pirinç, kahve vb’ dir. İstanbul’a gerekli olan tahılın Eflâk-Boğdan eyaletleri, Tuna iskeleleri, Karadeniz’ ta Rumeli yakası, Trakya, Anadolu’nun Kocaeli ve Karesi vilayetlerinden geldiği; buralardan sağlanmasında bir aksaklık olursa Kırım, hattâ Mısır’dan sağlandığı bilinir. Bu eyaletlerin savaş alanı veya sefer yolları üzerinde bulunması, buralarda kuraklık veya başka doğal afetlerin ürünü etkilemesi, çeşitli nedenlerle verimin düşmesi yüzünden ortaya çıkan kıtlıklar, 16. yy’dan başlayıp 18. yy’a gelindiğinde en üst noktaya vararak sürüp gitmiştir.

Kıtlığın ana nedeni olmamakla birlikte üretimi ve malın istanbul’a ulaşmasını etkileyen her olayda bunalımı şiddetlendiriri bir ek faktör olarak tüccarın, aracının “ihtikâr”ı, İstanbul’un yaşadığı kıtlıklarda önemli rol oynamıştır. Her şeyin fiyatının narhla saptandığı payitahtla ticareti yeterince kârlı bulmayan tüccarın, başka ürünlerde olduğu gibi buğdayda da ürün yüklü gemileri veya kervanları, çok daha kârlı satabilecekleri başka yerlere çevirdikleri, beklenen malın İstanbul’a bir türlü gelmediği pek sık görülen ve alınan bütün sert önlemlere rağmen önüne geçilemeyen olaylardandır. Harbi kefereye (yabancı ülkelere) buğday ve zahire satılmaması için zaman zaman çıkardan fermanların da fazla işe yaramadığı, özellikle kıtlık durumunda tüccarın malını daha yüksek fiyatla istanbul dışına satmaya çalıştığı anlaşılıyor.

Yine, iaşenin en önemli kalemlerinden biri olan et açısından da durum aynıdır. Kesim hayvanlarının zaman zaman çok uzak yollardan İstanbul’a getirilmeleri büyük bir sorundu ve hayvanların yolda telef olması her an mümkündü. Öte yandan düşük sayılan narh yüzünden, tüccar koyunu ve diğer hayvanları İstanbul’a göndermemek için elinden geleni yapardı ve İstanbul’da sık sık bu nedenle et darlığı yaşandığı olurdu. İstanbul, 16. yy’dan itibaren dönem dönem, çeşitli nedenlerden kaynaklanan ve kendini esas olarak zahire, başlıca buğday darlığı veya yokluğuyla hissettiren kıtlıklar yaşamıştır. Kaynaklarda, 1494-1503 arasında, o tarihlerdeki Osmanlı ülkesinin büyük bir kıtlık yaşadığı, aynı dönemlere rastlayan veba salgınıyla birlikte İstanbul’ un bu kıtlıktan büyük ölçüde etkilendiği yazılıdır. 1525-1530 arasında Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde, bu arada İstanbul’a tahıl yollayan Balıkesir Sancağı ve Bursa yöresindeki çekirge istilasının doğurduğu kıtlığın istanbul’a yansımamış olması düşünülemez. Her ne kadar böyle yöresel durumlarda kentin ihtiyacı başka yerlerden sağlanmaya çalışılıyorsa da, 16. yy’ın ortalarında ordunun buğday ve diğer gıda ihtiyacının çok arttığı, sefere çıkılan yollar boyundaki sancaklardan, “menziller”den artık eskisi kadar zahire toplanamadığı, bu yüzden ordu ihtiyaçlarının merkezden sağlanması gerektiği, bunun da kentte kıtlığa, darlığa neden olduğu anlaşılıyor. Aynı dönemler tahılda ve ette kaçakçılığın ve ihtikârın çoğaldığı, bu konuda üst üste fermanlar çıkarıldığı yıllardır. 1564’te bütün Anadolu topraklarım saran kıtlık, halkın ot yemesine yol açmış, İstanbul’un temel ihtiyaç maddelerini sağlama alanı, Karadeniz’ in sahil sancaklarına doğru genişletilmiş ama bu alanlarda da madrabazların buğdayı ortadan kaldırdıkları görülmüş, İstanbul yeni bir kıtlık tehlikesiyle karşılaşmıştır.

Aynı dönemde 1567-1568’de İstanbul’ un nüfusu Anadolu’dan göçen ve kaçanlarla arttığından kıtlık baş göstermiş, üstelik İstanbul’a göç edenlerin toprakları işlenmeden kaldığı için tarımsal üretim de düşmüş ve tahıl sağlanması büsbütün güçleşmiştir. II. Selim döneminde (1566-1574) iaşe darlığı ve kıtlığı artmış, âdeta kronikleşmiş görünüyor. 1573’te İstanbul’un, özellikle de sarayın ihtiyaçları için etlik koyun ve tahıl almak üzere Bursa’ya gelen görevlilerin Bursa kadısının danişmentleri ve naipleri tarafından dövdürüldüklerini, Bolu ve Kastamonu sancaklarından da hiçbir şey alınamadığını belgeler yazıyor. Kıtlık 1573’ten itibaren daha da artarak sürüyor ve payitahtın erzakının sağlanması için dört bir yana başvuruluyor. Ancak kıtlık her yanı kavurduğu için İstanbul’da baş gösteren buğday ve iaşe darlığı, ta Mardin’ den tahıl getirilmesine kalkışılmışsa da bir süre kenti kasıp kavuruyor. Tarihler, 1575-1576’da İstanbul’un iaşesinin bütün Anadolu’nun üstüne bir kâbus gibi çöktüğünü; ancak iaşe sorununun yine de çözümlenemeyip bu tarihlerde İstanbul’da kıtlık yaşandığını yazıyorlar. Celali İsyanları’nın başlangıcı sayılması gereken 1595’ten sonra ise altüst olan Anadolu tanmındaki üretim düşüşü, ardından gelen Büyük Kaçgun’ un yarattığı ekonomik çöküş, istanbul’a iaşe sağlanmasını zora sokarken aynı zamanda devlet orduyu beslemek için de büyük sıkıntıya düşüyor.
Çekirge istilası, kuraklık, fare istilası, sel gibi nedenlerle 1578 baharından başlayarak 1637 baharına kadarki kıtlıkların bir dökümü, bu dönem boyunca hemen hemen sürekli olarak İstanbul’a tahıl yollayan bölgelerin birbiri ardına kıtlık dönemleri yaşadıklarım gösteriyor. Bunların tümü de istanbul’a bazen uzun bir kıtlık, bazen geçici bir darlık olarak yansıyor.

17. yy’da durum zaman zaman daha da kötüdür. 1621’de İstanbul’da büyük bir kıtlık ve pahalılık yaşanıyor. Haliç’i bile donduran şiddetli soğuklar yüzünden tahıl yüklü gemilerin limana giremeyişleri, denizyolunun kapanmasına neden olmuştur. Ta-rih-I Naima, 17. yy’ın ortalarına düşen bir kıtlığı “Bu esnada İstanbul’un hali mükedder ve halkın ıztırabı müşkilter olup etmek (ekmek) nadir bulunup lahmin (et) vücudu yok es’ardan ziyade akçeler alınmakla her şey ziyade behaya çıkıp….” diyerek anlatır.

1720’de, bazı sancaklar kıtlık yüzünden İstanbul’a tahıl göndermeme kararı aldılar. 1744’teki kıtlıkta Bursa’dan kentin ihtiyacı bir türlü gelmedi. 1755’te istanbul’da açlık sınırına varan kıtlık sırasında bütün umutların bağlandığı Karadeniz’den gelecek buğday yüklü 70 geminin çoğu, aynı yılın mayısında Karadeniz’de Boğaz’a giremeden batınca son umut da yok oldu. Pahalılık görülmemiş boyutlara varırken halk fırınlara hücum ediyor, çatışmalar oluyordu. Buğday bulunmadığından pirinç tüketimi artınca bu defa pirinç satan dükkânlar yağmalandı. Ardından gelen veba salgım kıtlıkla birleşince, sadece İstanbul’da 15.000 kişi öldü.

Özellikle savaşlar sırasında İstanbul’da darlık ve kıtlıkların önlenmesi pek güç, çoğunlukla da imkânsızdı. 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Karadeniz yolu kapanmış, İstanbul’a zahire gönderilememiş, Tuna ve Karadeniz sahillerinin buğdayı İstanbul’a ulaşamadığından kentte büyük sıkıntı yaşanmıştı. 1787-1792 savaşlarında da İstanbul halkı yeni bir kıtlıkla karşılaşmış, yiyecek ve hattâ içecek sıkıntısı son hadde varmış, ihtikâr ve her türlü hileli yol mubah olmuş “Etin kıyyesi onsekiz paraya, mumun tanesi bir paraya” çıkmış, ekmekler önce küçülmüş sonra bulunmaz olmuş; 18. yy, istanbul’da darlık ve kıtlıkla kapanmıştı. 1793’te İstanbul’da kentin ihtiyacı olan zahireyi sağlamak üzere kurulan Zahire Nezareti iaşeyi düzenleme denemesi olmakla birlikte etkin sonuç vermemişti. 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında da İstanbul’a tahıl ulaştırılamamış, kentte kıtlık yaşanmıştı. Nisan 1805’te İstanbul’da yaşanan görülmemiş soğuk kış sırasında ve o yılın baharında da İstanbul sayılı kıtlıklardan birini geçirmişti.

İstanbul’da zaman zaman kıtlığı çekilen maddeler sadece tahıl ve et değildi. Kentte yakacak odun, kereste, halat, deri, yapağı, iplik gibi ihtiyaç malzemesi sıkıntısı çekildiği de olurdu. Ancak bu türden darlıklar daha çok arızi nedenlere, ulaşımın yapılamamasına veya diğer temel maddelerde olduğu gibi tüccarın irtikâbı vb nedenlere dayanır ve bir süre sonra çözümlenebilirdi.

Yine pirinç, kahve, zeytinyağı, sabun tersanelere gerekli zift, katran, reçine gibi maddelerde de İstanbul dışa bağımlıydı ve zaman zaman yolların kapanması, vurgunculuk, gemilerin batması veya yağmalanması gibi ikincil nedenlerle bu maddelerin darlığının yaşandığı da olurdu. 19. yy’ da da, özellikle savaş dönemlerinde yaşanan darlık ve kıtlıklar artık kentin tüm tarihi boyunca alıştığı bunalımların bir uzantısıydı.

İstanbul, tarihinin her döneminde yoğun olan nüfusu, iç göçü kendisine çekme özelliği ve büyük ölçüde dışarıdan gelecek hammaddeye gereksinimiyle, kıtlıkları 20. yy’a kadar sık ve ağır yaşadı. 20. yy’ da ve sonraki dönemde, hattâ günümüzde görülen belli malların zaman zaman ortadan kalkması türünden olaylar, farklı nedenlerin yol açtığı, farklı toplumsal ve ekonomik yapıdaki gelişmelerdir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.