Kısaca: Ortadoğu’da Mezhep Çatışmaları
Din ve devlet birleşimin ortadan kalktığı ve seküler bir devlet yapılanmasının daha güçlü bir şekilde karşımıza çıktığı 20. Yüzyılda devletler artık laik bir yapılanmaya dönmüştür. Ortadoğu’daki devlet için bu dönüşümlerin yaşanmadığı aşikardır. Ortadoğu’daki nerdeyse bütün devletler bir din etrafında birleşmiş -ne kadar din birleştirici bir güce dönüşmese de- ve bu dinler toplumsal yapılarını belirlemiştir. Çünkü İslami bir devlet yönetimi, siyasetle iç içe geçmiş ve o devletin yönetim şeklini de belirleyen bir yönetici konumundadır. İnançla birlikte devlet yapılanmalarının içine sinen, dini eksenli bir devlet anlayışı sekülerleşme imkanını ortadan kaldırmıştır. İslam’ın tanımladığı belli bir devlet yapısının olmaması ise bazı ihtilaflara sebep olmuş, örneğin Osmanlı’nın yönetimsel olarak içinde bulunduğu Sünni devlet yönetimi halifelik sistemi ile yönetilirken, Şiiliği devlet mezhebi olarak kabul eden Safevi Devleti -sonrasına İran- ise İmamet sistemli bir devlet yapılanmasına dönmüştür.1970’lerden öncesine kadar yönetimsel olarak dinden ayrılan bir devlet yönetimi isteği doğmuş ve modernleşme girişimlerinde bulunulmuş olsa da modernleşmenin getirmiş olduğu ‘halk için halkın yönetimi’, ekonomik öncellikler ve kapitalist sistem gibi hayati konularda İslami kanunlara ters düşülmesi gibi konular karşıt bir görüş ortaya çıkarmıştır. Böylelikle İslami bir yönetim şekli modernlik karşıtı bir düşünce olarak yeniden yorumlanmaya başlanılmıştır. Bazı alim ve düşünürler tamamen modernliğe karşı çıkarak İslami bir reforma doğru giderken kimisi de modernliği ve İslami bir arada tutan yenilik düşüncesine gitmiştir.
Fakat bu tarz bir yönetimi benimseyen ülkelerde genel olarak dinin kültürel bir boyuta doğru yöneldiğini ve her ülkenin mizacına doğru bir yol izlediği görülmektedir. Örneğin Suudi Arabistan, ülkesini yönetme gücünü vahhabiliğe dayandırarak devlet ve ulusal kimliğin şekillenmesinde bu anlayışı merkeze koymuştur. Elbette burada Peygamberden sonra oluşan ayrılıklar ve mezhep oluşumları da etkilidir. Şiilik mezhebinin ortaya çıkması ile birlikte de Ortadoğu coğrafyasında iki önemli ayrılık yaşanmıştır. Önce Şii-Sünni sonrasında ise Şii- Selefi ayrılıkları ile Ortadoğu içerisinde dini bölünmeler giderek gözle görünür hale gelmiştir. Bahsettiğimiz modern devlet anlayışının etkileri yaşanmıştır. Fakat hala Ortadoğu’da bu ayrılıkların izdüşümleri önemli derece etkisini sürdürmektedir. Yine Ortadoğu’nun yaşadığı ekonomik, sosyo-kültürel sorunlar ile birlikte dışa karşıt olarak İslam politikleşmiş, bunun özelinde mezhepler, teolojik kavramlardan uzaklaşarak stratejik anlamlara ulaşmıştır. Peki sadece Ortadoğu’da bulunan devletler dini ayrılıklardan dolayı mı çatışma içerisinde? Ya da din bu çalışmaların neresinde?
Tarihsel süreçlere bakıldığında mezhepler arasında (özellikle Şii- Sünni) ciddi sorunlara neden olacak birtakım sorunlar ortaya çıkmıştır. Safevi Devleti’nin kurulması ve Şiiliğin resmi devlet mezhebi haline gelmesi ilk fitil olarak değerlendirilebilir, Osmanlı ise buna karşıt olarak politikalarını daha sertleştirmiş, Sünni itikada daha fazla önem vermeye başlamıştır. 19. yy gelindiğinde Rusya tehdidine karşı birleşme düşünceleri olmuşsa da işe yaramamış, II. Abdülhamid’in İslam Birliği kurma düşünceleri ile sağlanan iletişimler istenilen sonucu vermemiştir. Son yüzyıla gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve İslam birliği düşüncelerinin ortadan kalkması ile bu tarz girişimler de askıya uğramıştır. Sonraki süreçlerde 1979’da meydan gelen İran İslam Devrimi, İslam dünyası için oldukça cesaret verici olmuş, Şii halklar üzerindeki hareketliliği arttırarak Sünni İslami bir anlayış benimseyenler için de ilham kaynağı olmuştur. Yine bu bağlamda İran temelli Şii anlayışı da giderek kültürel bir boyuta taşınmış, bölgesel anlamda İran oluşturmak istediği Şii birliği ile bu alandaki üstünlüğü elinde tutmak islemiştir.5 Bununla birlikte Irak-İran Savaşı ile Sudi Arabistan’ın Sünniliği bir kalkan durumuna sokmuş olması Şiilik ve Sünnilik arasındaki diyalogları daha fazla radikalleştirmiştir. Hatta Pakistan’da yaşayan Sünni Müslümanları daha fazla sert bir politikaya itmiştir. Yine Şii- Sünni ayrılıklarında önemli dönüm noktalarından biri Afganistan’ın işgali meselesi olmuştur. Sünnilerin militanlaşması sonucunu doğuran bu işgal, din ve terör konusunun sonraki süreçlerde çok defa yan yana gelmesine neden olmuştur.Bazı yazarlar ise bu tarz mezhepsel çatışmalarının aslında Ortadoğu ülkelerinin düşmüş olduğu bir anlaşmazlığın doğrudan uzantısı değil bir dış müdahale sonucu ortaya çıkmış olması görüşüdür. Burada yazar Georges Corm şu yoruma bulunmuştur; “Bunun Sünnîlerle Şiîler arasında bir mücadele olduğuna, ancak Batılı büyük medya kuruluşlarının ve Batı etkisi altındaki büyük Arap medya kuruluşlarının kurbanı olan safdiller inanabilir.”
Farklı bir yorum olarak da Ortadoğu’da mezhepsel ayrılık olarak görünen şeyin özünde bir başka ayrılık olduğu da kabul edilebilmektedir. Bu ayrılığı ‘Amerikan yanlısı’ ya da tersi olarak ‘Amerikan karşıtı’ ya da İsrail’i tanıyan ya da tanımayanlar olmak üzere de ayırmak mümkün olacaktır. Bu minvalde birçok yorum üzerinde konuşulabilir fakat bu çatışmaların sadece bir mezhepsel çatışma olarak kalmadığını modern süreçte yerini başka çıkarlar aldığın da söylemek mümkündür. Bölgesel çıkar ve çatışma ortamlarını daha iyi anlayabilmek için İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri iyi kavramak gerekmektedir. Çünkü bölgedeki Şii hareketlerine -ya da şiirleştirme hareketlerine karşı- selefilerden ziyade Sünni halktan ya da Sünni hareketlerden herhangi bir tepki görülmemiştir. Zira anlaşmaktadır ki artık kavgalar Şii- Sunni ilişikleri ve çıkarlarından ziyade oluşan yeni figürler Selefilik ve Şiilik çatışması hatta bunun özelinde İran ve Suudi Arabistan’ın bölgesel çıkarları olmuştur. Bunu son yıllarda yaşanan Yemen meselesinde daha iyi kavramak mümkündür. Aynı zamanda İran’ın bölgedeki üstünlüğünü, Arapların ise konumlarını kuvvetlendirmek için bu tarz mezhepsel çatılmaları kullandığı da kabul edilen iddialar arasında yer almaktadır.
Ortadoğu’daki mezhepsel çatışmaları tam olarak ele almak için elbette bütün sorunları doğru sormak kökenlerine tam olarak inmek gerekmektedir. Bölgedeki çatışmalar, elbette tam olarak mezhep konusuna bağlanamaz, bölgedeki üzerindeki çıkarlar ve ‘küresel hakimiyet’ yarışı etkilidir. Sonuç olarak şunu söylemeliyiz ki bölgedeki kavga mezhep kavgası değildir. Üstünlük sağlamak isteyen iktidar kavgaları, nüfuzlarını çoğaltmak isteyen devletler, kendi çıkarları ve hegemonyasını baskın bir şekilde ortaya koymak isteyen devlet başkanları, bölgesel üstünlük yarışları gibi pek çok neden alandaki çatışmaları anlayabilmek için bütüncül bir şekilde değerlendirilmesi gereken unsurlardır. Mezhepsel çatışmaların aslında erken dönemde oluşmuş bir siyasal çıkarlar ve kavgalar bütünü olduğunu anlamak gerekmektedir.
- KAYNAKÇA
- Hakyemez, Cemil (2015) ‘Şii-Sünni İlişkileri ve Selefilik,’ İlahiyat Akademi Dergisi.
- İşcan, Mehmed Zeki, (2018) ‘Şii-Sünni İlişkileri: Çatışmaya Giden Süreç,’ İslami Araştırmalar, 29 (2).
- Sinkaya, Bayram (2007) Şii Ekseni Tartışmaları ve İran, Avrasya Dosyası.
- Fotoğraf: aljazeera.com